Senede birkaç kez köşeme taşıdığım ve birçok okurumun da özlemle beklediğini bildiğim tek duvarı kalan Asker Hastanesini konu alan Değerli Başkanım Mustafa Hatiplerin bu duygu yüklü yazısını yayınlamak bu güne kısmet miş.İşte bu güzel anlatım;

Ben bir hastaneydim. Üstelik askeri bir hastane... “Edirne Merkez Asker Hastanesi” derlerdi adıma. Ah ne güzel bir adım vardı. Kimler geldi kimler geçti yatakhanelerimden. Kimlere şifası dokundu bir bilseniz nur yüzlü, ak alınlı, hastasını iyileştirmekten başka bir şey düşünmeyen ve bunu yaparken geceyi gündüzle karıştıran hekimlerimin.

Kimler görev yaptı bir bilseniz burada. 1890 yılında Miralay Hasan Kadri Bey vardı, Umumi Sıhhıye Müfettişi. Ordu Sertabibi Miralay Şevket Bey, Tabibi-i evvel Miralay Fanu Bey, Tabib-i Sani Kaymakam Ohannnes Bey, Tabib Binbaşı Davit Bey, Tabip Binbaşı Mahmut Fehmi bey, Tabib kolağası Yusuf Ahmet efendi. 1894 yılında Miralay Ahmet Avni Bey vardı. O da Umumi Sıhıye Müfettişiydi.1903 yılında Sertabib Ahmet Avni Paşa vardı. Aynı yıl Tabib-i evvel Miralay Hüsnü Bey vardı. 1914 yılında Prof. Dr.Abdulkadir Noyan  ve  Bakteriyoloji doktoru Tokatlı Hamdi bey  gelmişti.

Ben bir hastaneydim. Müşir Veysel Paşa zamanında başlandı yapımına. Temelim atılırken Serasker mektupçusu Muhtar Efendi’nin okuduğu şiir durur hala hafızamda. İki yılda tamamlandım. Tamamlandığımda 7 odam vardı, 24 koğuşum, kabul salonum, ameliyathanem, pansuman odam, doktor odalarım, bir tecrit odam, bir adet eczanem ve depom... Açılışımdan yaklaşık 20 yıl sonra (1907–1908 yıllarında) ilk röntgen tetkiklerini bende yaptı Doktor Rıfat Osman. Belki de ülkemizin ilk röntgen çalışmasıydı bu. Aynı yıllarda Tabip Binbaşı Ahmet Refet Bey kurmuştu laboratuvarımı benim. Buhar makineli etüv dairem ve çamaşırhanem Sıhhiye Müfettişi Faruk Paşa ile Selami Paşa tarafından yaptırılmıştı.

Ben bir hastaneydim. İki katlıydım. Dört duvarım ve ortasında avlum vardı benim. Haydarpaşa hastanesi tarzındaydım yani. Tollet tarzı denen modelden. Bahçemde bir dfe çeşmem vardı. Kitabesinde 1914 yılında çıkan salgın hastalık hastalıklarından ölenlerin yazılı olduğu. Aynı kitabede salgın hastalıklar mücadele eden doktorlarımın adları yazılıydı. Tabip Kimyager Kazım, Tabip Cerrah Mustafa Ahmet, Tabip Kehhal Cevat Seyit diye. Bir de  “ biz her şeyi sudan hay kıldık” ayeti yazılıydı.

Sarayakpınar’dan taşıdı ab-ı hayat misali suyumu Vali İzzet Paşa hem de demir borular döşeterek. Bilenler bilir esaslı sudur Sarayakpınar suyu, Sultan Fatih’in Edirne Sarayında içtiği sudur. Tam ortasına koydular sarnıcımı avlumun. Bir de pek güzel, küçücük tek minareli ve tek kubbeli bir camii yaptılar bahçeme. Kuzey köşeme bir de hamam. Küçük, zarif, kibar, asil ve temiz bir hamam.

Yani baştan ayağa temizlik anlamında bir hamam. Kimler yıkandı sıcacık suyumdan. Kimler ter döktü mermerlerimin üzerine bir bilseniz.

Ben bir hastaneydim, askeri hastane üstelik... Varlığımın en fazla işe yaradığı zaman Balkan Harbi zamanıydı. O günleri yaşatmasın Cenabı Hak bir daha. Ama ne kara günlerdi. Yaralılar... Yaralılar... Yaralılar... Kopmuş bacaklar... Eller... Yarılmış başlar... Bana yaralı gelip tedavi olanlar... Yaralı gelip ruhunu teslim edenler... Odalarım, koğuşlarım, koridorlarım dolup taşmıştı hastayla. Üstelik de ilaçlarım tükenmişti, pamuğum ve sargı bezim tükenmişti, hatta ispirtom tükenmişti. Tam 1273 hastam oldu Balkan harbi bittiğinde. Hastasını bekleyenlerin ektiği umut ağaçları dev bir çınara dönüştü zamanla bahçemde. Yaralıların şifa arayan gözleri asılı kaldı duvarlarımda uzun zaman... Şimdi o duvarlarım toprağın kara bağrında...

Ben bir hastaneydim, hatta bir ara okul oldum vatan sevdalısı jandarmalara. O yüzden Jandarma Okulu olarak geçer adım bazı kayıtlarda. Ben bir hastaneydim,1941 yılında

Taşındım, önce Gemlik’e sonra da Çankırı’ya. Değişti adım, 308 numaralı Çankırı Hastanesi oldum.

Ben bir hastaneydim, ben bir okuldum... Sonra bir rüzgâr esti unutulmuş vakitlerin ürpertisini taşıyarak. Bir rüzgâr paramparça etti ciğerlerimi... İnsanlar acımadılar ne bana ne de onların yakınlarının bende saklı değerlerine... Anılarına... Belgelerine... Evraklarına...

Ben bir hastaneydim, birden yıkıldı her şeyim, yenildim vefasız bulutların taşıdığı vefasız zamanlara... Ağladım günlerce kimse dönüp bakmadı bana... İnledim üzerime atılan çöplerin, naylonların, artıkların rezilliğine... Kahrettim günlerce, aylarca, yıllarca yok sayıldığıma... Garip bir umarsızlıkla baktı insanlar duvarlarıma. Yıkılıp yerle bir olmam için ne gerekiyorsa o yapıldı.

Ben bir hastaneydim şehrin piyade kışlasının batısında, Sarayakpınar yolu üzerinde, Tepebağları mevkiinde Her tuğlam yere düştüğünde haykırdım kimse duymadı. Her bir duvarım yıkıldığında hıçkırdım kimse anlamadı. Feryat ettim, inledim çöplük yapıldığımda kimse dönüp bakmadı. Toprak konuştu benimle, ağaçlar konuştu Tunca nehri konuştu, yer açtı sularında gözyaşlarıma. Ama insanlar, atalarına hizmet verdiğim, bağrıma bastığım insanlar duymadı beni, konuşmadılar benimle. Hatta bir ara Kıyık Tabya’da Şükrü Paşa anıtı yapılınca çok umutlandım ama boşa çıktı umutlarım. Hatta zaman zaman bu umarsızlığın karşısında bu şehirde yani ki Edirne’de yetkili yetkisiz kimse yaşamıyor herhalde diye düşündüğüm bile oldu.

Ben bir hastaneydim ey halkım, ey milletim Edirne’de, Tunca nehri kıyısında, Sırp sındığı yolunda. Seferde 1200 hazarda 800 hastam olacak büyüklükte. 120 metre genişliğinde, 160 metre uzunluğunda. Ben bir hastaneydim. İnşa edildim hicri fi binüçyüzbeş, miladi binsekizyüzseksen yedide...

Yıkıldım yıllar önce. Çöplük oldum sonra. Yıkık, dökük ve viraneyim hala... Perme perişanım aslında

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.