İzmir dönüşü için otobüs şirketlerini taradık. Gündüz dönüşü bulamadık . Hiçbir şirket Edirne’ye gündüz seferi koymamıştı. Oysa gece yolculuğunu sevmiyorduk. Gündüz, bakına bakına gelmek bize göre daha hoştu Hele o yol. Ki, sürprizlerle dolu. Bir bakıyorsunuz dümdüz bir yol , bir bakıyorsunuz, deniz, sonra dağlara tırmanan virajlı ve dik yollar. Bir bakıyorsunuz denizdesiniz. Bir bakıyorsunuz zeytin ormanlarının arasında.

Bir ay kadar kaldık İzmir’de orada sırtımız ısınır sanmıştık. Ama ne gezer. Döneceğimiz güne değin süeterleri ceket ve yelekleri sırtımızdan atamadık, gece yorgansız yatamadık. Çok az da olsa doğal gaz bile gündeme girdi.

Bir iki gün birazcık olsun yaz kokusu alınca hadi şu FOÇA’yı görelim dedik. Altmış Km. lik yolu bakına bakına katladık. Sabah kahvaltısını dışarıda yapmak orada da moda olmuş. Foça yolu bu hizmetleri veren tesislerle dolup taşmakta. Gördüğümüz, görebildiğimiz tüm yerler yeşil yeşil, yemyeşil. Doğa güzellikleri sona kalmış meğer. Foça’yı saran dağlarda binbir görüntü. Peri bacalarını andıran taşlar doğanın tablolarıydı sanki. Foça’yı saran körfez sanki göl gibi. Uzayan içli dışlı adalar açık denizi kapatıyor gibi. Kent tamamen kıyıda. Öyle çok yükseklerde ev falan yok. Kalesi onarılmış ve yazlık tesislere kiralanmış olmalı. Birinin denize çok yakın bir yerinde konakladık. Bir şeyler içip yedik. Dağlarla çevrili olduğu için olacak bir açık deniz serinliği içimizi ısıtıverdi. Yollar sert taşlar kırılarak açılmış yer yer.

Yani gidip görülebilecek “saklı cennetlerden “ biri.

Dönüşe gündüz servis olmayınca gece dönmek zorunda kaldık. Arabamız on bir de yola koyuldu. Ortalık gündüz gibiydi ama o aydınlık görüntüler yoktu.

Bir ara bir baktım, Lapseki’ye varmışım. Arabamız feribotla karşıya geçmeye hazırlanıyordu.O arada sabah ezanı okunmaktaydı. Çok kıpırtısız bir biçimde geçtik denizi. Zaten on on beş araba vardı koca feribotta.

Gün , ağarmaya başlamıştı zaten. Gelibolu’dan sonra gündüz gözüyle yol aldık. Ancak yorgunluk ve uykusuzluktan o doğa güzelliklerinin tadını çıkaramadık.

İda (Kaz) Dağlarını geçerken mitoloji geçti gözümün önünden. Ölümsüz tanrılar ve ölümlüler. Bu arada istediği biçime girenler. Gerçek olmasalar bile ilginç ve çarpıcı bu nedenle de sürükleyici yaşantılar.

Edremit’in oradan geçerken de “Söyleyecek sözü olanlara” bir liman : İDA KÖRFEZ FANZİN diye bir dergi.Son sayısını görememiştim, Edirne’de olduğum için. Eve varınca baktım orda beni bekliyor 16. sayı. Hemen ikinci sayfada da “Berber Raif” adlı şiirim.

Yalın ve sade bir duruşu var FANZİN’in. Şimdilerde o da yok.

Kendi şiirimi değil de başka bir şiiri, ilgimi çeken bir şiiri aktarmak ve bu güzelliği paylaşmak istedim bu kez:

SİRTAKİ

Önce karanfil şaşırdı yolunu

Sonra sakız ağaçları aldandı

Baktılar ki karşılarında İskeçe

Eski bir atlasta

Unutulmuş bir halktı onlarınki,

Adlarına”Pomak” dediler sessizce…

O kadar yiğit, o kadar susamış

Ve o kadar cesurlardı ki,

Çaldılar bir buzuki oynadılar bir sırtaki dertlice…

Meriç Utku, Şubat 2009

(İlhan Berk Anısına)

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.