5 Haziran Dünya’da Çevre Günü olarak kutlanıyor. Çevre kirliliği insanlığın, canlıları  baş belası yaşamımızda   en tehlikeli unsur.

                Dünyanın en akıllı varlığı olan insanlar ne yazık ki çevreyi en çok kirleten canlılar.

Kendi yaşadığımız ortamı güzelim doğayı kendi ellerimizle yok ediyoruz, kirletiyoruz.

                Dünyada ve ülkemizde çevre kirliliğinden kaynaklanan hastalıklar artıyor.

                Yediğimiz içtiğimizde çevre kirliliği etkisi var.

                Böyle önemi olan bir günde yapılan kutlamaya baktım çok cılız bir tören yapıldı.

                Ödül nedeniyle getirilen öğrenciler törende yer alması gereken öğretmen ve bürokratların ötesinde katılım yok.

                Çevre korumu dernek temsilcileri ve bu konuda duyarlı olan insanlarımızı törende görmek isterdik.

                Çevre konusun öyle yarışmalar yapıp öğrencilere ödül vermekle çözümlenmez.

                 Bu konuda topyekûn seferberlik gerekli.

                Buna daha aileden başlamalıyız.

                Bakıyoruz bazı okullarımızın çevresi çöplük gibi, öğrencilerimiz de çevre konusunda duyarlı değil.

Yediği bir yiyeceğin ambalajını çöpe atma yerine çevreye atıyorlar. Temizlik işçileri gün boyu sokaklardan insanlarımızın atıklarını temizlemek zorunda kalıyor.

                Bu görüntüler Edirne gibi çağdaş, Avrupa sınırında bir kente yakışmıyor.

                Edirne’de çevre konusuna çok daha fazla önem vermeliyiz.

Böyle klasik törenlerle bu sorunu çözemeyiz.

İnsanların piknik yaptığı yerler çöplerle, yemek artıkları ile doluyorsa, insanlar yedikleri kabuklu yiyeceklerin kabuklarını çevreye saçıyorsa, yanında çöp aracı olduğu halde çöpünü oraya atma yerine çevreye atıyorsa. Özellikle düğün derneklerde, seçim günlerinde çevrenin ne kadar kirlendiğini görüyoruz.

Çevreye yayılan kâğıtlardan geri dönüşümlü olarak yararlanmak varken onları çöpe atıyoruz. Bu atık kağıtlar  çevrede ağaçların kesilmesini önlüyor İşin bu yönünü hesap eden yok.

                Bu kafayla çevre temizliği ve  çevreye duyarlılık olmaz.

                Ne yazık yıllardır çevre nutukları atmamıza rağmen aldığımız yol bir arpa boyu.

                Bu konuda daha radikal önlemler, gerekirse  cezai işlemler uygulanmalı.

                Edirne çevresi, insanların yürüyüş yaptıkları yerler inşaat atıkları ile dolu.bu görüntüler Edirne’ye yakışmıyor.

                Turizm kenti olmak sadece tarihi eserler ve birkaç tarihi çarşı ile olmuyor.

                Gelen turistler çevre temizliğine de dikkat eder.

                DAR GELİRLİ NASIL GEÇİNSİN

                İnsan yaşamında hayvansal ürünlerin, et ,sütün ne kadar önemli olduğu tartışılmaz.Bu  yiyecekleri almayan bünye her zaman hastalıkla yüz yüze demektir.

Bugün için asgari ücretle çalışan bir ailenin bu imkandan yararlanması çok zor kasaplarda bakıyorsunuz fiyatlar el yakıyor.Bazı et türleri yüz liraya yaklaşıyor.

 Yakında oraya ulaşsa şaşırmamak gerekir.

                Burada kasaplarımızın suçlamak doğru değil.

                Hayvancılıkta ileri boyutta olan ülkemiz ne yazı ki dışarıdan hayvan ithal eder duruma geldi.

Bırakınız hayvan ithalini, tüm tarım ürünleri dışarıdan geliyor. Milli yiyeceğimiz denilen yemeklerde kullandığımız fasulye, mercimek dahi yurt dışından geliyor

                Yine, milli içeceğimiz ayrana  milli diyebilir miyiz?  Sütü sağılan hayvan dış menşeli yemi dışarıdan hatta soframıza gelinceye kadar kullarılar malzemeler yabancı ürün.

                Tarımda bu bağımlılık bizi nereye götürecek. Özellikle en büyük gelir kaynağı tarıma dayalı olan bölgemiz için bu ekonomik sistemle çiftçilerimiz ne kadar mesleğini sürdürebilecek.

                Tarlaların satılması ekonomik zorluklardansa kaynaklanıyor. Bölge halkı bir süre sonra Amerika’daki Kızılderililerin konumuna gelirse ne yapacağız: Kendi toprağına yabancı kalmak geçim kaynağını yitirmek kadar insana üzüntü veren  bir ortamda  nasıl yaşam devam eder.

İş işten geçmeden, elde avuçta ne varsa yok olmadan bu kötü gidişe elbirliği ile önlem almalıyız.

Bunun dışındaki sorunlar çözümlenir.Ayağımızın altındaki toprağın kayması bölge halkımız için en büyük tehlikedir, bunu unutmayalım.

                BUNLARI  BİLİYOR MUSUNUZ,?

                MART 1917 YILINDA TAKVİMLERİMİZE GİRDİ

                Türkiye’de Mart deyimi ilk kez 1917 yılında takvimlerimize girdi. Rumi takvimde yılın ilk ayıydı. Miladi takvimin 1- Ocak 1926 günü kabulünden sonra mart ayı, yılın üçüncü ayı oldu.

                Mart başı 1790 yılında Rumi yılın kabulüyle hem mali yıl, hem de yılbaşı sayıldı.

                Mart ayının başında Türkiye’de gün 11 saat 26 dakika; gece 12 saat 34 dakika; mart sonunda da gün 12 saat 47 dakika; gece 11 saat 13 dakikadır. Halk ağzında “kocakarı soğukları” diye anılan soğuklar bu ayda olur.

               

ÖLÜM SEBEBİ

                 Endişeli olan hasta doktoruna soruyordu:

                “Doktor iyileşeceğime emin misiniz?

                Doktorların bazen yanlış tedavi uyguladıklarını duyuyorum. Mesela zatürre diye yanlış teşhis koyup tedavi ettikleri hasta sonradan tifodan ölmüş.”

                Doktor, ”Saçma bir şey bu” diye homurdanır. “Ben adama zatürree tedavisi yaparsam o zatürreeden ölür”

               

KİBRİTİN SAĞLAMI

                 Akıl hastasının biri kibrit kutusunu açtı, içinden bir kibrit çekti, çaktı yanmadı. Onu attı. Bir yenisini çıkardı, çaktı o da yanmadı. Onu da attı. Sonunda üçüncü kibriti çaktı ateş aldı.

 Akıl hastası, “Güzel bu yanıyor onu saklayayım” dedi

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.