Gazetelere şöyle bir göz attım. Pazar günü olduğu için yazılar, özellikle köşe yazıları hafif konulardan seçilmişti. İnsanlar hiç olmazsa Pazar günü kafayı dinlendirsin diye olmalı. Tüm ağır sorunlara ya da konulara rağmen böyle hafifleri de seçilebilir elbet. Konuda perhiz gereklidir bence. Her gün, her gün kafa ütülemenin anlamı yok; bence de.

Kafayı dinlendirmenin başka yolları da var elbet. Ben daha belgesel izlerim; bulamazsam, şarkı türkü dinler ya da film izlerim. Özellikle de Westernleri. O filmlerde farklı bir yaşam tarzı; ce giysileriyle, doğa görüntüleriyle; ve öteki özgünlükleriyle ilginç ve dinlendirici gelir bana. Yasaların geçerli olmadığı bu yerlerde doğa görüntüleri de çekimleri ilginç kılar. İşin içinde okumak ve yazmak da var elbet. Şiirleri yeniden gözden geçirmek de ayrı bir çaba.

Baharın en güzel ayları artık geride kaldı. Renk renk çiçekler ve yemyeşil bir toprak. Sonra ağaçlar, sonra baharı karşılayan ilk meyveler. Çilek, çağla badem ve erikler…Ve daha niceleri parayla olsa da, sırayla tezgahları süslemeye başlar.

Dut, kiraz ve vişne daha sonraları gelir. Doğup büyüdüğümüz iki katlı ahşap evimizin bahçesi de vardı, Vize’de. Ve bahçemizde bir erguvan ağacı, birkaç zerdali ve bir de kara dut vardı.

Önce dut pembeden kara duta doğru renk değiştirir irileşerek yumuşardı.

Erguvan daha önce açar, mora yakın rengi ve salkım salkım dökülüşüyle sanki “görün beni” derdi. Bizim bahçede yoktu. Babam çok uğraşmasına rağmen bir kiraz ağacımız olmadı, kezlerce denemesine rağmen, olmadı olmadı.

Belki de bu nedenle olacak, kiraz ağacı çiçeğiyle dalı yaprağı ve duruşuyla: hele hele meyvesiyle oldum olası çok severim. Şu anda bizim birinci cadde üzerinde bir tana var. Oradan her geçişte o ağaca durup durup bakarım. Kiraz çiçekli dizeler geçer aklımdan. İçime ak bir ferahlık sokulur. Aklım renkli bir uçurtma gibi göklerde sallanır durur.

İstanbul aynı zamanda bir erguvan kentidir. Bu ağaçla ünlenmiş ve kendine yer edinmiştir..

Cumhuriyet’in köşe yazarı Zeynep Göğüş Şu başlıkla erguvanlara sanki su vermiş “Erguvanların Gökdelenlerle Savaşı” Diyor ki: ”Seksen beş bin erguvan dağıtılmış bu mevsim İstanbullulara, eylülde on beş bin daha.” Ama yakınmaları da var “Üç otomobil park etmek için katledilen erguvanları görmedik mi?”

“… Çünkü Rumeli Hisarı, kepçeyle erguvan sökme vahşetini unutmayacak kadar…”, Fakat mücadele sürüyor…” , Ece’nin dediği gibi ‘Ömrümüzün bir kısmını –kimlere,nelere- harcamışız- erguvanlara bedelsiz verebiliriz”.

Eskiyen yıllarda doğa ile savaştığımız ve kazandığımız söylenirdi. Asla ve zinhar! Onunla savaşmak değil , barış içinde olmak ve bütünleşmek zorundasın ey insanoğlu. O varsa varsın. O yoksa sende yoksun. Her şeyinle varlığımızın anası odur.

En iyisi, galiba yine bir şiir:

NASIL SEVİYORSAM ÖYLE

Akar yüreğime sevda nehirleri

İçinden geçerim türkülerin

Çat orda çat burda

Kendi renginde günlerim

Göç eder atmosferimden kuşlar

Ova dağ bayır çiçekliğine

Kuyuya taş atan deli deli küpeli

Evli evine köylü köyüne

Seni nasıl seviyorsam seni

Öyle seviyorum seni

N.T

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.