Her gün ülke gündemine düşen bombalar, insanımızı ve toplumumuzu sarsmakta, ürkütmekte, korkutmakta. Dalgalar halinde gündeme giren Ergenekon olayı ve diğerleri sonlandı.

Son günlerin gündemine düşenler de az-buz değil

Bunlardan beklide en önemlisi Meclisin işlevsizliği. Mecliste yaşanan olayda ceketler çıkmış, parmaklar yaralanmış, küfürler havada uçuşmuştu. Bu arada salonun ortalarında yer alan çiçekler dal budak kopmuş ya da koparılmış.En çok da Çiçeklerin böyle bir olayın tanığı olmak zorunda kalması üzdü beni. Çünkü çiçekler şiddeti sevmez. Tek amaçları vardır; bulundukları yere barış ve güzellik taşımaktır. Çiçeklerine bile sahip çıkamayan bir ülke olma yaklaşımı canımı sıkıyor doğrusu,

Yumruklaşmalar oldu da ne değişti? Ya da ne değişebilirdi? Olumlu yönde değil ama olumsuza uzanan değişiklikler oldu sanırım.

Bu arada okullar da açıldı. Sanki “etrafa neşe saçıldı.” Sanki.

CHP’nin kuruluş yıldönümü de aynı gün kutlandı .Böylece Atatürk’ün kurduğu partinin 96. Yılı.

Partiler de canlı gibi.. Kurulurlar, kapatılmazlarsa yaşarlar. Sonra sonra çoğu kayblur gider. Oysa CHP gergin dönemlerde bile yaşamasını bildi.Bir çok zorluklara rağmen yaşadı, yaşamasını bildi. Halktan yana ve sosyal demokrat bir çizgiye ulaştı. Darbeler ve darbe girişimleri bile CHP’yi yok etmeye yetmedi. O, belki deT.C var oldukça yaşayacak hem de sonsuza değin.

Uzun yıllar ana muhalefet partisi olarak varlığını duyumsatan bu partinin 96. Kuruluş yıldönümü kutlu ve mutlu olsun.

Bu aralar kuyum atama olayı da gündemde. Atanmış ve seçilmiş tartışması yaşanmakta.

Güney sınırlarımız yine karışık. Bizim güvenli bölge oluşturma isteğimiz bir yana gümrük kapılarına biriken sığınmacılar bir yana.

Yani bu ve benzer sorunlar can sıkıcı. Kaçmak isterken denizde boğulanlar ise ayrı bir dert. Boşu boşuna canından olan insanlar ve çocuklar…

Hele şehitlerimiz . Acıların en acısı. Yazık ki ne yazık gençlerimize, insanlarımıza, askerlerimize..

İnsanlar yaşlandıkça acılar da artıyor sanki. Çocukken bu denli etkilenmezdik bir çok şeyden… Bir yaştan sonra bambaşka.

SENİ SEVMİYORUM

Odama

Perdesini açıyordu yalnızlık

Üşengeç bakışlarında

Dolardan uçuşan kuşlar

Seni sevmiyorum-fa-

Orda

Koca koca taşlar

Ne taşınır ne aşınır

Nasıl çık oraya

Tartışılır-sa-

Sempatinin açmazında

Sırıtan sırtlan

Tenimi yakar çakılın kumun

Yaşıyorum öylesine

Seni ölmüyorum-bil-

Akrep dolu cepleri

Ceplerimde pamuk elleri

Yoksulun katığında

Takılır kalır dorukta plak

Seni de sevmiyorum-ra-

Geldi gitti-sa-

Koşar yorulmaz ne biçim-ya-

Açar sömürü kepengini

Uykusu kaçar para…

Seni hiç sevmiyorum-ya-

Salonda bulunan broşürde bu bilgiler vardı ben gittiğimde.Sekiz Mayıs öğle üzeriydi. Salonun uygun yerlerine ve uygun biçimde sıralanan tablolar beni görünce sevindiler sanki. Başka gelen var mı? Diye çok bakındılar ama bu saatlerde gelen giden yoktu.

Serginin açılışında bulunamamıştım. Bu nedenle açılışla ilgili bir şeyler aktaramıyorum.

Ancak başka açılışlarda bulunmuş biri olarak olan biteni aktarabilirim.

Çünkü açılışlar daha ilginç ve kalabalık olmakta.

Önce davetliler birer ikişer geliyor. Sergi topluca gezilip söyleşilerle zenginleşiyor.. Ve kokteylle yavaş yavaş sona eriyor. Az da olsa yerel basın çalışanları da çektikleri fotoğraflarla olayı ebedileştiriyorlar. Sonra yavaş yavaş birer ikişer geriye dönüşler başlıyor.

Yetkililerin de açılışta bulunmaları da ayrı bir güzellik; üstelik onore edici.

Ürünlere tek tek baktım., birbirinden güzel, çekici ve anlamlı. Uzun süren emeğin ve terlerin izlerinde ayrı ayrı görür gibi oluyorum. İlgisi var mı bilmiyorum ama “Emek olmadan yemek olmaz” ve “Bakarsan bağ, bakmazsan dağ”… gibi özdeyişler takılıyor aklıma.

Her tabloda görebildiğim renk uyumu ve armonisi resim sanatının inceliğini ortaya koymakta. Başka bir deyişle her şey ressamın fırçası aracılığıyla tuvalde sanatlaşmakta. Fotoğrafla resim sanatını karıştırmamak gereğinin bilincindeyim. Ancak fotoğraf sanatı da yadsınamaz.

Bütün sanat dallarında olduğu gibi resim sanatında da alt yapı(eğitim) ve teknik gereklidir. Resim konusunda yetersiz olduğum için daha derinlere inemiyorum. Edindiğim duyumlara göre oluşan duygu ve düşüncelerimi aktarıyorum, yalnızca…

Doyana değin baktım ben de. İçim açıldı, sanal dünyamda açtım gözlerimi.

Dönerken lokallere ve kahvelere de baktım. Çoğu kalabalıktı; oyunlar oyuncularla dolmuştu her köşe. Zamanlarını böyle geçirenlere bir şey diyemem elbet. Herkesin özel yaşamı kendisini ilgilendirir. İsteyen istediği biçimde yaşar, yaşamalıdır. Vitrinlerin önü, yürüyüş alanları, meyhaneler, internetler … ve diğerlerinde doluluk oranı hayli yüksek.

Boş boş gezinenler, vitrin ve alış-verişzedeler

Bunlar olmasın demiyorum. Onlar da olacak. Moda rüzgarları nereye sürüklerse. Boşa çene çalanları, siyaset ve topçuları de unutmamak gerek.

Yeter ki boş, bomboş olmayalım Bilinmeli ki. Aylaklık ve boşluk insanın sağlığını olumsuz yönde etkiler demiştik. Meşguliyet aynı zamanda tedavi edicidir. “meşguliyetle tedavi” tıpta bile benimsenmiş, uygulanmaktadır.

 “Hobisi (meşgalesi) olmayanın fobisi (asılsız korkuları) olurmuş…

Bunu sağlamanın bir çok yolları vardır. Kişiden kişiye göre de değişir. Ancak sanat dallarına ilgi duymak ve amatörce de olsa da sanatla iç içe olmak en iyidir.

Bu açıdan üretilen, sergilenen sanat yapıtlarına destek vermek de olağanüstü olacaktır

Böyle bakarsak doğayla bütünleşmek ve doğal olmakta insanları gerilimlerden arındıracaktır.

Bir zaman ayırıp bu sergiyi de gezmelisiniz. İnanın içiniz açılacak… desem:

İsteyen inanır, istemeyen de inanmaz…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.