1071 yılında yapılan Malazgirt savaşı sonrası Türkler Anadolu’ya ayak basmış, beylikler kurmuş daha sonraki tarihlerde kendi ırkından başka beylikler bu beylikleri işgal etmişti.
Ardından Selçuklular Anadolu’ya hakım olmuş medeniyeti yaygınlaştırmıştı.Bir süre sonra Anadolu’da yine ayrılıklar belirmiş, birbirine hasım Türk beylikleri hasıl olmuştu. Tarihi incelediğimizde kurulan 16 Türk Devletinin 15’ini yine Türkler yıkmıştır.
Anadolu’da 1300 yılında Osmanlılar Türk beyliklerini aynı çatı altına toplamış Anadolu’da Türkler arasında birlik ve beraberliği sağlamıştı..
Osmanlı Devleti 6 asır üç kıtada varlığını devam ettirip dünyanın en güçlü imparatorluğu olmuştu.
Bu güçlü imparatorluk Avrupa’da sanayi devriminin gelişmesi milliyetçiliğin başlaması, halk hareketlerinin artmasıyla birlikte bu gelişmelere ayak uyduramamıştı.
Osmanlılar Avrupa’da beliren ayaklanmalar sonucu sahip olduğu toprakları birbiri ardına kaybetmiş 1. Dünya Savaşı,Balkan Savaşı ve Çanakkale Savaşı sonrası Osmanlı Devleti topraklarını tamamen kaybedip Anadolu içlerine çekilmişti.
OSMANLI DEVLETİNİN ÜÇ BAŞKENTİ İŞGAL ALTINDAYDI BUNU UNUTMA,?
1-Dünya Savaşı ardından imzalanan Sevr Antlaşması sonrası Osmanlı Devletinin üç başkenti Bursa,Edirne,İstanbul İşgal kuvvetlerinin eline geçmişti.
Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul işgal edilmişti.
Kurtuluş Savaşı hareketi bu zor koşullarda, ülkeyi idareden sorumlu padişahın emperyalist güçlerle işbirliği yaptığı, işgale onay verdiği bir dönemde başladı.
BUNU AKILDAN ÇIKARMAYALIM.
Bugün İstiklal Savaşını gölgelemek isteyen, onu hafife alan Atatürk ve arkadaşlarını karalamak isteyen çevreler o günleri bir hatırlamalı.
Bu zor koşullarda bir avuç fedakar yurtsever insan canını ortaya koyup ülkesini düşman işgalinden kurtarmak için yollara düşmüştü
O zamanları bir hatırlayalım.
Osmanlı yönetiminin kurtuluş kadrolarına karşı propagandasına, Cumhuriyetin kuruluşuna iç ve dış tepkilere bu konuda işgal güçleri ile işbirliği içinde olmalarına rağmen. Çok güç koşullarda ülkemizde kurtuluş mücadelesi verilmişti.
O ACI GÜNLERİ UNUTMAMALIYIZ.
Atatürk ve silah arkadaşları her türlü engele ,ve iç dış düşmanlara rağmen mücadeleden yılmamış. Ankara yakınlarına kadar gelen düşman kuvvetleri karşısında başkentin Anadolu içlerine kadar taşınması teklifine rağmen mücadele verilmişti.
Sakarya, İnönü savaşları ve onu takip eden bir dizi muharebelerin ardından Dumlupınar’da düşmana son darbe vurulması kararlaştırılmıştı. Mustafa Kemal’in başkomutanlık talebi bazı çevrelerce engellenmek istenmiş.
Arkadaşlarının desteği ile bu imkan verildikten sonra 26 Ağustos’ta Başkomutanlık Meydan Muharebesiyle işgalci güçlere son darbe vurulması kararlaştırıldı.
Atatürk’ün dünyayı hayrete düşürecek savaş taktikleriyle yönettiği bu muharebe sonunda Yunan Kuvvetleri bozguna uğratılmıştı.
Bazı çevreler bizim bu savaşta sadece Yunanistan ile savaştığımızı düşünerek Kurtuluş Savaşını hafife almak istiyorlar.
Biz Kurtuluş Savaşında sadece Yunanlılarla savaşmadık. Onları destekleyen İngilizler Yunanlılara büyük destek veriyordu. Savaş malzemeleri oradan geliyordu. Türk askerlerinin yiyeceği, giyeceği hatta ayakkabısı dahi yoktu. Halkımız evlerde askerlere giyecek hazırlıyorlardı.
KURTULUŞ SAVŞI GÜNLERİNİ HATIRLAYALIM.
Düşman bozguna uğradıktan sonra İzmir’e doğru kaçmaya başladı. gittikleri yerleri yakıp yıkıyor yağma yapıyordu.
Afyon ile İzmir arasındaki 450 kilometrelik yolu Türk asker 10 günde yaya olarak kat etti.
9 eylülde düşman İzmir’den ülkemizi terk etti.Bütün dünyayı hayrete düşüren bu zafer padişah taraftarlarını üzmüştü.
Padişah Vahdettin 6 yüz yıllık bir imparatorluğun son padişahı ve İslam ülkelerinin halifesi olarak kendi yurdunu tahtını terk etti
Bugün Türklerin tek temsilcisi Türkiye Cumhuriyeti’dir bu güzel ülkeyi de bize Mustafa Kemal’in önderliğinde kurtuluş kadroları teslim etmiştir.
Bu inkar edilemez
Ülkemiz Orta doğuda çağdaş görüntüsü olan insan haklarına saygı duyulduğu tek İslam ülkesidir.
Çevremizdeki ülkelere bakalım hangisinde huzur güven var. tamamına yakını sömürgeci ülkelerin denetimi altında
Ülkemizin değerini bilelim. Bize bu ülkeyi emanet edenlere haksızlık etmeyelim.
Ülkemizin güzellikleri anlatmak, topraklarımızın ne denli önemli olduğunu tarif etmek için çok örnek var. Bunu dikkate alarak ülkemizin kurucularına Atatürk ve arkadaşlarına saygıda kusur etmeyelim.
Bağımsızlığımızın ilk adımının atıldığı 30 Ağustos Zafer bayramının önemini bilelim ve bilmeyenlere de anlatalım.
TARİHİ ÇARŞILARIMIZA SAHİP ÇIKALIM
Edirne’nin güzelliğine güzellik katan yerlerin başında Alipaşa, Rüstempaşa Kervansaray Bedesten ve Selimiye Arastası gibi tarihi eserlerimiz gelmektedir.
Bu çarşılarımızı ne yazık ki bugüne kadar yeterince tanıtamadık. Bazı turist rehberleri bu tarihi eserlerimizin tanıtımında yeterli gayreti göstermiyor.
Turistlerle konuşup “kapılı çarşı neresi?” diye sorduğumda sadece Arasta olduğunu söylüyorlar.
Aslında orası gibi daha farklı kapalı çarşıların olduğunu turistlere anlatacak çalışmalar yapmalıyız.
Başta Turizm il Müdürlüğümüz ve bu konuda görev yapan dernekler olmak üzere tarihi çarşılarımızın tanıtımına gayret göstermeleri gerekir.
Bugüne kadar bu görevin yeterince yapılamadığı ortada.
Edirne sadece Selimiye Camisi ve yanındaki Arasta’sından ibaret değil.
Diğer çarşılarımızı, camilerimizi, tarihi köprülerimizi, şehitliklerimizi Avrupa ödüllü Sağlık Müze’mizi, örnek yapısıyla Karaağaç mahallemizi Tabyaları, Kırkpınar alanını ilimizi tanıtımda ihmal edemeyiz
Bu konuda büyük ihmal var. Hiç bir ile nasip olmayan tarihi yeterince değerlendiremiyoruz.
Bu yönde verilen sözler yerine getirilemiyor. Adeta varlık içinde yokluk yaşıyoruz.
Bu arada esnaf derneklerimiz, meslek odalarımız da Edirne’nin tanıtımında önderlik etmeli . Yurtiçi ve yurt dışı seyahatlerde Edirne’yi tanıtmayı ön planda tutmalı, dernek yöneticilerimiz yanlarına Edirne’yi tanıtan broşürler almalı.
Bu yönde de eksiklerimiz var. Edirne’yi tanıtımda gayret gösteren birkaç fedakar insanın gayreti yeterli olmuyor. Edirne’nin tanıtımı daha geniş kitleler tarafından da benimsenmeli
“ Armut piş ağzımı düş” mantığı ile Edirne tanıtılmaz. Herkes elini taşın altına koymak zorunda.
Sen turistlerin imkanlarından yararlanacaksın , ilin tanıtımı geldiğinde fedakarlık yapmayacaksın. Bu konuda duyarsız meslek sahipleri teşhir edilmeli.
Herkes bu güzel kentin tanıtımı için fedakarlık yapmalı. Bunu başardığımızda daha mutlu olacağız.
ENGELLİLERDEN SEVGİYİ EKSİK ETMEYELİM
Ülkeler engellilere sahip çıkmalarındaki duyarlılıklarıyla medeniyet düzeyleri belirlenir.
Son yıllarda ülkemizde engelli vatandaşlarımız için büyük hizmetler yapıldı. Bu inkar edilmez. Edirne’de de bunları gördük Engelli araçları için kaldırımlarda gerekli düzenleme yapıldı, akülü araçları için enerji sağlama merkezleri Edirne Belediyesi tarafından sağlandı.
Ulaşım araçlarında engellilerin inip binmeleri için kolaylık getirildi. Yapılan yeni inşaatlarda engellilerin giriş çıkışı için araç giriş yerleri yapımı zorunluluğu getiriliyor.
Bunlar olumlu gelişmeler.
Her ne kadar asansörü bulunmayan binalıda engellilerin giriş çıkış zorluğu bulunsa da yapılan hizmetleri yadırgayamayız.
Engelli vatandaşlarımızın ve ailelerinin bu hizmetlerin ötesinde en önemli isteği engelli vatandaşlarımızın bazı kişilerce dışlanmaması, sevgi gösterilmesi, engelli insanlarımızın en önemli moral kaynağı oluyor. Bu sevgi halkımızın büyük bölümünce sağlanmasına karşın bazı kişiler engelli insanlarımıza gereken saygı ve sevgiyi göstermemesi onlara kırıcı sözler söylemesi sağlıklı çocuğu olanları engellilerin yanına gitmesinin aileleri tarafından engellenmesi. Edirne gibi çağdaş insanların yaşadığı bir ile yakışmıyor.
HER SAĞLIKLI İNSANIN ENGELLİ ADAYI OLDUĞUNU UNUTMAYALIM
Bugün sağlıklı olan bir insan bir kaza veya hastalık sonucu engelli duruma düşebilir.
Bugün sağlıklı yaşıyorsak yarın engelli olabileceğimizi akıldan çıkarmayalım.
Onu dikkate alarak engelli insanlarımıza gereken sevgiyi ,saygıyı gösterelim. Onların en çok sevgiye, şefkate muhtaç olduğunu akıldan çıkarmayalım.
BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ,?
NOTERLER BİZDE 1879’DAN BERİ VAR
Ülkemizde ilk noterlik örgütünün kurulması 1879 yılına rastlar.
Osmanlı Devleti’nde senet düzenleme ve onaylama işlemleri, dini kaidelere göre yapılırdı. Kadılar, naipler bu tür işlere bakarlardı.
1868 yılında ticaret mahkemelerine bağlı bir ticaret kalemi kurulunca düzen de tümüyle değişmiş oldu.
Ancak kurulan bu daire tam bir noterlik kuruluşu değildi.
1379 yılında Fransız Noterlik Yasasından çevrilen bir tüzük, Türkiye’de noterliğin başlangıcı sayılır. Bu yasa 1913 yılına kadar yürürlükte kaldı.
Ülkemizde bugünkü anlamda noterlik, 1938 yılında çıkarılan yasayla düzenlendi . Noterler , asliye mahkemelerinin görev bölgeleri içinde yasalarla görevlendirilen ve yasalarda belirlenen işlemleri yapan özel durumlu memurlardır.
İLK TRANVAYIMIZ ATLARLA ÇEKİLDİ
Ülkemizde ilk tramvay işletmeciliği 3 Eylül 1869’da Konstantin Karopano Efendi tarafından kuruldu. Bu kuruluşa Osmanlı Bankası da katılmıştı. Bu ilk tramvay işletmesine kırk yıl işletme hakkı tanındı. İlk tramvaylar demir ray üzerinde atlarla çekilirdi.
İlk atlı tramvayın çalışmaya başlaması 1871 yılındadır.
Tramvayın ilk gidiş dönüş yolu Azap kapı- Galata.Tophane- Beşiktaş arasındaydı.
Daha sonraları Eminönü-Aksaray, Aksaray-Yedikule, Aksaray-Topkapı, Aksaray- Kurtuluş, Aksaray-Şişli arasında çalışmaya başladı. 1914 yılına kadar atlarla çekilen tramvaylar , o yıldan sonra elektrikle çalışmaya başladı. 1929 yılında tramvay şirketini durumu bozulunca, belediye çalıştırmaya başladı.
PİNTİLİK
Bir İskoçyalı yaz tatilinde para biriktirmek için parlak bir yöntem bulmuştu. Genç karısına verdiği her öpücük karşılığında bir kumbaranın içine her defasında bir lira atıyordu.
Tatil zamanı yaklaşınca kumbarayı heyecanla kırdı ve bir liraların arasında on liralar ve elli liralar çıkınca, ,şaşanlıktan dili tutulmuş halde karısına baktığında kadın “ Evet böyle sevgilim” dedi. “herkes senin gibi pinti olacak değil ya”