İlkbaharın ilk çiçekleri açtı açacak. Cemreler düştü düşecek.Leylekler geldi gelecek. Ekinler çıkmıştır ama. Japon baharları açmasa bile hazırlıklı olma yolunda.

Bahar kokuları henüz olmasa bile yakındır.

Baharı, yani ilkbaharı sevmeyene hiç rastlamadım şimdiye değin. Kendini sunan ve sevdiren bir mevsim çünkü.

Her şey, sanki biraz üzgün biraz dargın, biraz kırgın.

Tuna mavisi rüzgarlar esmeye başlasa da nafile. Yazın kapısını aralayan gizli bir el, bir beraat kararı verilmiş gibi.

Böyle havaların akşam üstleri ilginç ve güzel olur.Güneşin salına salına batışı, A.Haşim’in “Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta” dizesini ve benzerlerini anımsatıyor. İster istemen mırıldanırsın içinizden: “Akşam, yine akşam, yine akşam/Göllerde bu dem bir kamış olsam…”

Leyleklerin kartallarla ya da kargalarla savaştığını göç yollarında olmalı,sanırım. O güzel ve korunası kuşların sayısı da hayli azalmış. Çocukluğumuzda Vize’ye de gelirlerdi. Şimdi yanlış değilsem gelmez oldular. Çok yakınımızda bir baca üzerinde yuvalanmışlardı. Onları her an gözler, takırtılarını dinlerdik. Bir kez yavrunun birini yuvadan atmışlardı da az üzülmemiştik. Oysa doğalmış bu. Sonbahar gelmeden giderler, baharın ilk günlerinde dönerlerdi. Şimdilerde yalnızca besin bakımından zengin olan Enez dolaylarında konakladıklarını gördüm. Bazı kuşların göç etmesi bazılarının etmemesi; bazı ağaçların yaprak dökmesi, bazılarının dökmemesi hep ilgimi çekmiştir. Neden bu eşitsizlik ve dengesizlik?

Böyle günlerde güneş, bulutların arasında zaman zaman kaybolsa da, kendi güzelliğini sonsuzca giyinmiş, bir kez.. Yaklaşılamayan duygular, dolup taşan mitoloji yiğidi gibi onursal.

Şöyle bir gezinti.Henüz açmayan çiçeklerin bir an önce açması için çırpınışlar. Çünkü artık mart. İlkbaharın ilk ayı. Çin işi Japon işi bir toz bulutuna dalıp çıktıktan sonra, düşüncelere dalan bir “düşünen adam” pozuyla yürüyüşümü sürdürüyorum. Yanımdan geçen arabaların bıraktığı rüzgar hissedilir gibi, üşütür gibi. Beton sıradağlar yükselmiş, yıldızların Toros’ları aratmayan duruşları ve bakışları sıra dağlar gibi etkili ve göz alıcı.

Bazılarının doruklarında kar; bu mevsimde de kimbilir ne hoş, ne güzel ne gururludur.

Bu görkemi yıllar önce Ilgaz’larda yaşamıştım.Hala anımsarım, hala rüyalarıma girer.

Baktım, çocuk parkının yanındayım. Birkaç yeni yetme çene çalıyordu. Yaşına rağmen biri salıncakta ve sallanıyor. Ayrıca sigarasını havaya üflüyor , üstelik, kah kah; kih kih.Arada sırada yüzüne sarkan saç liflerini parmaklarıyla kulağının arkasına sıkıştırmakta. Bayanların çoğunda var, bu tik. Bir ad taktım sonunda: Saç buklesinin kulağının arkasına sıkıştırma harekatı.

Parkın görüşü hiç hoş değil ve bakımsız. Paslanmış ve kırık dökük oyun aletleri.Yer

kumlarla kaplı ama, düzgün değil; çukur çukur.Yer yer otlar bürümüş.

Kısaca bakım bekleyen bir park konumunda. Üstelik bu parkın adı önemli değil.

İlerliyorum: Sakız çiğneyen, sululuk yapan ve yere tüküren okullu gençleri gördükçe bir emekli eğitimci olduğumu anımsıyor, utanıyorum.

Hazırlopçu, kayıtsız,sorumsuz… gelen bir kuşak, beni korkutuyor, doğrusu. Elbet hepsi için saptanmış bir gözlem değil.

Balkanlardan esen mor bir Rumeli rüzgarı ak saçlarımı kımıldatıp geçip, gidiyor. Kırmızı ama hüzne bulanmış bir Orhan Pamuk şarkısı mırıldanarak bir sarı noktada bitiriyorum.

Ne zaman bir Tuna mavisi rüzgar esse, hep böyle oluyorum

Kentimi bir krater gölünde yüzerken unutuyorum!...

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.