RASTGELE!...

İnsanın doğasında vardır erişemedikleri şeyleri ister. Yasaklara karşı meyillidir. Her insanın kendine bakış açısı da (özeleştiri) genellikle gerçekçi değildir. Her insan kendini en akıllı sanır. Geri kalanlar ise aptaldır. Elbetteki bu bakış açısı; kendinden başkalarını küçümseme , hor görme, aşağılama… sağlıklı değildir. Hatta normal olmayan anormalliklerdedir. Bir tür mekanizma. Bir tür kendini düze çıkarma, Bir tür doyum.

Başkalarının ayıplarını örtme yerine abartma. Hoş olmayan yanlarımızdan biridir.

Her insanın takıntısı vardır. Olmaması mümkün değildir; hele bu çağda. Ama her insan içinde yaşadığı toplumun ürünüdür. Bireyin bunu hiç ama hiç unutmaması gerekir. Bu açıdan başına buyruk olmak kolay değildir. Çünkü insan toplumları sürü değildir. Kurumlardan, kurallardan oluşur toplumlar. O toplumda dengesizlikler varsa bireyin de gergin ve mutsuz olması kaçınılmazdır.

İşsizlikle hırsızlık arasında bir bağlantı yok mudur?. İnsanın insanı savunma durumunun dışında yok etmesi insanca mıdır? İnsanın savcısı vicdanıdır. Vicdan eğitimi yerine oturmamışsa o kişi hayvana daha yakındır. Dinsel eğitimle

cinsel eğitim sorun olmadan, bilimsel ve akılcı çözüme ulaşmadığı sürece nafile turlarına bel bağlamak kaçınılmazdır.

İnsanın açlık susuzluk, cinsellik… gibi gereksinmeleri bedensel, yani fizikseldir. Bunlar şiddetine gör sıraya koyarsak susuzluk ve açlık en öndedir. Bunlar tüm canlılar için geçerlidir kanımca.

Davranış bilimlerinin bulgularını göz önünde tutmak sağlıklı birey ve toplum için önemlidir. Eğitimin biçimlendirilmesi de bu bilimsel gerçeklere göre olmalıdır.

Yasaklarla bir yerlere varılsaydı ne güzel olurdu.

Yetmişlere merdiven dayadığımız koca bir ömürde neler gördük, neler yaşadık? Bir soran olsa da anlatsak. Hele hele ne inanmış görünenler de gördük. Bir bölümü kendine maske olarak dini seçer. Böylelerinin içi çifut çarşısına benzer. Onlar kendilerini bilir zaten.

Neyse; geçiyorum bu konuyu. Ağzı olanlar konuşuyor zaten. Belki bir gün aklı olanlar

da konuşur.

Takvim yaprağını kopardım sabah. Baktım günün uzaması üç dakika. Baktım,Nisanın dokuzu Demek ki 150’yi aşmışız. Hani”Yüz elli yaz belli” deyişini gündeme sokmak istiyorum. Oysa ne günler yaşamıık:

Anlayacağınız bu yıl korku falan yok. Onun yerine eskiler de dolanan bir buzlanma. Rüzgar da esince yandınız. Yansanız da yanmasanız da durum bu.. Cüce şubat gene yapacağını yaptı. Buzlanma çağı ucundan, kenarından bizi de yakmıştı o yıllar.

Dışarıda kalan tüm sular, dondu. Nehirler, barajlar, göller, göletler buz tuttu. Doğu”da yollar kapanmış durumda . Çığ can almaya ve yolları kapatmayı sürdürüyor…demişim.

Yakında cemreler de düşmeye başlar. Karın, buzun üstüne düşerse şaşmamak gerek.

Dünyanın dengesi mi bozulmakta,ya da değişmekte.

Yazının başlığı “uysa da uymasa da…” öyküsünü duyumsatıyor.

Anayasa, babayasa, umre, gençliğe hitabe, ant… derken okullar açıldı bile.Çocuklar oyun peşinde, büyükler de sıraya mı girdi ne?Diye eklemişim.

Hepsini anladıkta parlementerlerin yumruklaşmalarını, seçmen olarak içime sindiremiyorum doğrusu. Eğitimcilerin işini yine onlara bırakmak koşul bence…

Rasgele!..