Bu yıl, daha doğrusu bu kış kurak günler yaşadık çoğunlukla. Yağışlar özleme dönüşmüş, kuraklık giderek artarak aranır ve beklenir olmuştu.
Neyse ki son günlerde yağışlar bize de uğramaya başladı.
Kar özlemi de beklenti konumuna dönmüş, beklentili özlem oluvermişti. Yağmurlarla birlikte Balkanlardan gelen soğuk hava bu kez de sıcaklıkları düşürmüş, özellikle gece ve sabahın erken saatlerinde buzlanmalar yaşamı etkilemişti ve etkilemekte.
Düş sabah uyandığımızda tatlı tatlı ve nazlı nazlı kar belki de ilk kez atıştırıyordu. Özellikle özleyenleri ve çocukları sevindiren bu yağış uzun sürmemiş, yerler beyaza boyanmadan vaz geçmişti yağmaktan. Güneş bile bulutlardan fırsat buldukça elini uzatmış, ısıtmayan ama aydınlatan saatler yaşatıyordu canlılara.
Ertesi akşam başlayan yağmur. Geç saatlerde kara çevirmiş, yeniden ve bu kez lapa lapa yağmaya başlamıştı. Biz bile az da olsa bu yağışı izlemiş, sabaha kadar yağarsa bayağı birikir, diye umutlanmıştım…
Kısmen kısalan geceler sabahlayınca koşarak camlara koşmuş, dışarıya bakmıştık. Ne yazık ki bizi yine hayal kırıklığı karşıladı. Kar kısa bir süre sonra dinmiş, beyazlama bir kez daha ertelenmişti. Üstelik güneşli bir sabah ve mavi bir gökyüzü. Ama ne denli ayaz olduğunu anlatması bile zordu. Ancak yaşayanlar bilir. Buzlanma vardı elbet. Arabaların üstünde çok az biriken karlar bile çatır çatır buza dönüşmüştü. Üstelik rüzgar yine azalmasına rağmen vardı. Ne giyinirsen giyin, ısınmak çok zordu yine.
Az önce biraz çıkayım dedim pazara doğru.
Böylece dışarısının ayazını bir kez daha peynir-ekmek gibi yedim. Özellikle kuzeye bakan yerlerde bu döküntüleri vardı. Ayaz her yerden okşamakta, insanın kemiklerini bile sızlatmakta, desem, bilmem inandırıcı olur mu? Sonra da pazarcılar akla geldi. Tam gün o morartan soğukta nasıl akşamı etmekteler…
Bizde henüz kar yok ama doğumuz kan-ter içinde. O facia hemen akla gelmekte. Çığ altında kalanlar… Onları kurtarmaya gidenlerin üzerine de düşen ikinci çığ canını yitirenlerin artan sayısı, can yakıyor hem de insanın içine çöreklenmekte… neyse ki avuntu da olsa kurtarılan canlar da insanı biraz da olsa ferahlatır gibi görünüyor.
Doğunun kaderimi bu? Yoksa alınmayan önlemlerin yazgısı mı? Gel de çık işin içinden, hadi anlat bakalım…
Kış v e kar deyince çocukluğumuzun aklımıza gelmemesi olası değil…
Kar topu oynamalar, kızak kaymalar(Kızağı biz kendimiz yapardık), ve kardan adamlar… Sırt üstü yatarak resim çektirdiğimiz de olurdu. Çok üşüyünce doğru eve… hemen sobanın başına. Elerimizi sobaya uzatarak ısınma çabaları…
Ortaokuldaydık. Bir teneffüste kartopu oynuyoruz. Ortalık karmakarışık.Bir ara bir kortopu okulun bir camına isabet etmez mi? Bana yüklediler işi. Ben de itiraz ettim, ben değilim şu arkadaş dedim. O da itiraz etti elbet. Nöbetçi öğretmen başımızda uzun uzun tartıştık. Ve ortaklaşa ödeme kararı çıktı. Böylece olay tatlılığa bağlanmıştı.
Bir de sokak aralarına yaptığımız kızak yolları… Yaşlılar istemezdi bunu. Sabahleyin biz daha uyanmadan kızak yolumuza kürek kürek kül döküp kaymamız engellenirdi: Onlar da haklıydı ama kime anlatırsın?
Bu yıl o çığ olayları kışa damgası vurdu.O kadar can… Önceki yıllarda da böyle olaylar yaşanırdı ama anımsadığım kadarıyla bu denli can kaybı olmazdı.
İşte konuyla ilgili bir şiirim:
KIŞI KIŞKIŞLAMAK
Bu kış yine kara saplandı aklım
Bembeyaz kara
Yolu kapalı uzak köylerde
Ölgün titrek ışıklar
Korku üşüyen gece
Tuzaklarda
Açlığın orman kanunu sesi
Ulu ulu ulama kışı
Ölmeden kışkışlamanın arsız özeti
Ve yüreğim
Eriyen bir kartopu çiçeği
Kışı çıkarmak oralarda
Yaşamın en korkulu
Ne ilk ne sun gömleği
N.T