EDİRNE İZMİR ARASI…

Bir kez daha sonbahar rüzgarına kapıldık. Çok sıcak ya da çok soğuk olmayan bir mevsim sonbahar. Onun bile iki ayı çabucak geldi geçti. Ekim ayı bile (Güzün ortanca ayı) sonlandı, sonlanmakta.Hepsi geçti geldik Mayısa.. Hepsi anılarda kaldı. Okuyalım bakalım.

mevsiminin son ayı Kasım’da bundan böyle gündemde. Hazan demek hüzün demektir. Bu da “Melali anlamayan nesle aşina değiliz “diyen sembolizmin savunucusu usta ozan Ahmet Haşim’i anımsatır hemen.

Göçmen kuşlar gitmiştir belki de yeni yerlerine ulaşmışlardır çoktan. Bu içgüdüsel olaya bazı kuşlar uymaz nedense. Örnekse kargalar, serçeler, güvercinler, serçeler…Dünya dengeler bütünüdür bir bakıma. Her şey ince ince hesaplanmış gibi yaşar. Kediler köpekler, yani uçmayanlar koca kışı nasıl geçirir kimbilir. Şimdilerde gelişen modalardan biri de kedi köpek sevgisi. Oysa bu sevgi hayvanların başını okşamakla, evlere hapsetmekle olmaz. Onları doğal yaşamından koparmadan korumak kollamak gerekir. Yine de aşırıya kaçmadan yapılmalı bu iş. Gösteri amaçlı olursa sağlıklı olmaz, sanıyorum.

Neyse bizler ne dersek diyelim, onlar bildiklerini okurlar. Kitap okumasalar da kendilerini okurlar. Ben yine onları takıntılarıyla baş başa bırakıp Edirne-İzmir arasına döneyim.

Biz yine gündüz düştük yollara; yani İzmir yollarına. Arabalar, yollar çok rahat ve güzeldi yine. Bir çok yere girip çıkmamız zaman kaybına rağmen bir gezinti havasında geçti yolculuğumuz. Kaz Dağlar başlayarak gözle görünmeye başlayan koylar , körfezler mavi mavi gülümsüyor, dağlar güzel mi güzel görüntülerle gelip geçenlere el sallıyor gibiydi sanki. “Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar…” türküsü gündeme girse bile yerleşim birimleri genellikle yamaçlara ovalara konuşlanmıştı. Askerliğimi yaptığım Edremit’ten geçerken o günleri ister istemez anımsıyor insan.

Çanakkale için de aynı ya da benzer duygular içinde oluyorum. Çünkü ben üç yıl yatılı olarak orada okudum. Öğretmen olarak okulu bitirdiğimde henüz 18 yaşındaydım. Bıyıklarım ve sakallarım bile yeni yeni belirginleşmeye başlamıştı. En çok Kordonboyu aklımda kalmış. Arkadaşlarla ya bazen yalnız orada gezintiye çıkardık. Yalnızsam kanepelere oturur, boğazı, gelip geçen gemileri, ve dalıp çıkan karabatakları izlemeye koyulur, duygulanırdım.

En çok ilgimi çeken zeytin ormanlarıydı. “Önde zeytin ağaçları arakasında yar/Sene 1946 mevsim sonbahar…” dizeleri takılır aklıma. Çünkü Trakya zeytin ağacını bilmez. İklim uygun değildir. Bu nedenle Bu tarafta zeytin ağaçları Gelibolu’dan sonra, öteki tarafta ise Gemlik’ten başlar, güneye doğru uçar gider. Bu uzun ömürlü ve değerli meyveleriyle yaşar. Şu anda zeytinler toplanacak kıvama gelmiş gibi göründü bana. Üstelik kışın yapraklarını dökmediğini de yıllar sonra öğrenmiştim. Bir harekatımızın adı bile “Zeyti Dalı Harekatı” konmuştu. Çünkü bu ağaçlar barışın öncüsü ve simgesi olarak bilinir…

İzmir’e vardığımızda karanlık bastırmıştı, günler kısaldığı için. Sonbaharın izleri daha zayıftı buralarda. Yapraklar bile çok çök sararmamış, dökülmemişti henüz. Renk renk güz çiçekleri açmış her yerde. Dağ taş çiçek çiçek apartmanlar bayrak bayraktı. Çünkü Cumhuriyet Bayramının eli kulağındaydı. Bayram geldi çattı sonunda. Tüm ülkemizde bu “en büyük bayram”ın coşku ile kutlanması onurlarımızı kabarttı doğrusu.

Çünkü Cumhuriyet “Kimsesizlerin kimsesidir”

Çanakkale deyince bir şiir işte;

SARIÇAY HÜZNÜ

Hurdalığıma bir çiçek düşürmüş doğa

Kim söyledi Tahta attan düştüğümü

Çanakkale’nin mevsim sonu bekleyişine

Zeus müydü en çok bir bilen

Sarıçay’ın üstüne vurunca gölgem

Son ürpertinin son çeyreği son bölen

Çarşı ekmeği özlemim şarkılanınca çocuk

Kışım Truva atı içim tarihi gölgen

Ya yamacımız küçük

Ya yırtığımız büyüktü

Aşk çıkmazına flütünü

Küstüren ten