TIRMANAN DEĞERLER-2-

Bir önceki yazımda aynı başlığı taşıya konulara giriş yapmış ve yazacaklarımı, yazmak istediklerimi sözüm ona anlatmış işin içinden çıkamamıştım. Yazıyı sürdürme gereğini bu yüzden için için duymuştum.Şimdi ters yüz ederek bu susuzluğu gidermeğe çalışacaktım aklımca. İşte sürdürüyorum

Geçim sıkıntısı ve işsizlik: Yıllardır var olan bazen azalıp bazen ama genellikle hiç bitmeyen özellikleriyle hep karşımızda. Araştırmalar ve rakamlar bu ikisinin sınırlarını çizer zaman zaman. İçler acısı bir durum çıkar ortaya.

En basiti olan “Asgari Ücret”i ele alalım. Şu anda ne kadar tam bilmiyorum ama

Çok az olduğu aklımda kalmış.

Bu para çok kişinin harçlığı bile değil. Çok kişinin de bir gecelik yemek parası. Bu devirde bu parayla geçinilemeyeceği bal gibi belli. Ama kime anlatırsınız, kim dinler. Öte yanda astronomik rakamlarla geçinemeyen sözümona ünlüler, futbolcular, mankenler. Eskiden ayıp diye bir şey vardı. Kanımca o da kayboldu gitti. Millet yarı aç yarı tok yaşıyor desek abartmış olur muyuz? Bilmiyorum. Ama böyle bir kesim olduğunu biliyorum. Bilmek bir yana görüyorum.  Avrupa bunlara ya iş bulurmuş  bulamazsa aylığa başlarmış. Çok ama çok dengesiz  gelir dağılımı en azında insanın canını sıkıyor. Ya böyle bir çevrede büyüyüp gelişen çocuklara ne demeli. Bir çok sorunun ve kişilik bozukluğunun beslenmeyle ilgisi olduğunu artık bilmeliyiz. Zeka gelişiminin bile sağlık beslenmeyle ilgisi olduğunu artık bilmeliyiz. Karnımızı doyurmak yerine, bedenin gereksinmelerine yanıt vermek yeterli ve dengeli beslenmek… bütün sorun bu galiba. Bir de bir kaşık fazla yedirme uğruna çocuğun peşinden koşturan, şaklabanlık yaparak tıkıştıranlar.. iyi bir şey yaptıklarını sanıyorlar.. Oysa hem beslenme hem psikolojik yönlerden çok sakıncalı bir tutum. Son yıllarda obezitenin çoğalmasında bu tavırların da yeri olmalı.

Yabancı hayranlığı eskiden beri içimize işlemiş. Yabancı futbolcu, antrenör doldu ortalık. Bunlara ödenen meblağlar ise dudakları uçuklatacak00 türden. Böylece sermayemizi biz değil,yabancılar lüplediyor. Böyle olunca da asgari ücret artmaz.Bilimde, sanatta … hayranlık duyup yararlanmamız gerekirken biz şekilde, taklitte ve o ülkelere kapağı atmakta arıyoruz kurtuluşu. Onların buralara nasıl geldiğini uzun uzun anlatmaya gerek yok.Yıllarca dünyayı sömürdüler desem, yeterli olur mu. Biz niye beceremiyoruz, dengesizliklerden en başta.

Bencillik almış başını gidiyor. Ben köşeyi döneyim de nasıl olursa olsun, yaklaşımı çoktandır gündemde. Bu yüzden olmalı her türlü pislık içimize işlemiş.

Ancak iş gösterişe gelince en başta “alışveriş” hastalığı yüzünü gösterir.Şık giyinme ve güzel, daha güzel olmanın dayanılmaz çekiciliğine kapılmış, gidiyoruz. Önceki yıllarda güzellik salonu mu vardı? Kuaför mü vardı? İnsan hiç moda diye yırtık pırtık kodları giyer mi. Bunlar vitrinlere konur mu? Hele o daracık pantolonlar… beden için en azından zararlı değil mi? İnsan kendisini olduğu gibi kabullenmeli ve kendisiyle barışık olmalıdır.. Yapaylıklar ilgi çekmek için olsa bile geçicidir, sağlıklı değildir. Mevlana’nın o sözü bile unutuldu: “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol!...” Güzellik gençliktir, bakımlı ve temiz olmaktır, kültür birikimi ve sağlam işsizlik…

Ama şu  olağanüstü zam furyası!..

Paramızın değerinin olağanüstü düşmesi ve enflasyon belası…

Cehalet bir yanda, hala okuma-yazma bilmeyenlerimiz, okula gönderilmek istenmeyen kızlarımız var. Bu tavırlar cehaletin yüz karası değil mi? Töre ve recm cinayetleri insanlığa sığar mı?

Boşanmalar, azalacağı yerde giderek artıyor. Moda oldu sanki.İkinci üçüncü… evlilikler, ekranlarda kurulan evlilik büroları yüz kızartıcı değil mi? Artık son verilse de başkaları türedi. Ekran demirbaşları aylak kalmasın da…