BİR ŞARKI VARDI…

Bir şarkı vardı , hem güzel, hem duygulu.

Anımsatıyorum…

“Bu gün yine gönlümün bahçesinde gezindim.

O bahçede gezinmek hem çok zor, hem çok kolay olsa da sanal yaşamın ürünü. Aslında ve nihavent makamında bir bahçenin çiçekleri, insanın gönlünü ve gülünü açtırır.

Aslında bahçe artık her yer… Ağaçların gölgesinde oturmanın keyfi, hiçbir şeye benzemez…

“Bezemez kimse sana/Tavrına hayran olayım…” Bahçeler, bağlar, denizler dağlar, göller nehirler, ekinler başaklar, Benim ülkemde ise eğer her güzellikten daha güzel benim lâcivert gözlerimim merceğinde

Ağaç varsa bir bahçede kuş yuvaları olmaz. Aşiyan ne demek bilirsiniz sanırım. Kuş yuvası demek olduğunu ben de yıllar sonra öğrendim. Tevfik Fikret’in kuş yuvası… Onun bahçesinde sonsuzca dinleniyor şimdi. Yaşıyor ama Şiirleri güneş gibi parlıyor yine ve her zaman…

Dallarda kuş yuvaları… Ama göremez, dokunamazsınız. Seslerini duyarsınız ancak.

Kuşlardan tutun yırtıcılara değin doğada her şey çift dikiş. Böyle olmasaydı, canlı yaşam sona ererdi fi tarihinden önce. Geriye taşlar yani cansız varlıklar kalırdı Yaşadığımız rüya taş kafalara dönerdi. Bir ömrü insanca yaşama erdemi yalnız ve ancak insanlara, insan olanlara özgüdür.

Her şeyin bir başı bir de vardır. Belki de doğanın temel öğelerinden biridir bu. Bir bakıma dayaşam tıpkı bir masal gibidir: Bir varmış bir yokmuş. Yalan ve yalancı bir konuk evi.

Bahçelerse şimdilerde hüzünlü. Sararmış yapraklara hükmeden ince rüzgarlar. Her yer hüznün harman yeri sanki. Öz suyunda bir başka güzellik olsa da. Her an bir hüzün yumağı.

Davranış bilimlerine göre, insanlar; hazlanmalardır yönü. Elemlerdense hoşlanmaz ve kaçar. Mutluluğu arar Ancak bazı hüzünlerin suyunda hazlanmalar da olabilir. Böyle olsa da yaşam engeller ve acılarla doludur. Boş çaba ve uğraşlarla zamanı ve güzelikleri elinin tersiyle iter. Oysa elden gelen her şeyi mutluluğa dönüştürmek olmalıdır amaç. Yoksa bu kısacık ömür gül bahçesi yerine çöle dönüşebilir.

Örnekse, İsmet İnönü yıllar önce planlı kalkınmadan söz ederken Demirel,”Bize plan değil, pilav lâzım” demişti. İyi güzel de o pilavı yemek için bile plân gerekmez mi? Plansızlık amaçsızlık ve boşa harcanan zaman değil midir? Bir toplum otuz yıldır “örtünme” ile uğraşır mı? Bir toplum yıllardır terör belâsının üstesinden gelemez mi ?

Kaz kafaları ürettiği kaz yumurtaları hergün bir başka biçimde ve renkte gündeme düşer oldu. “Yaşar, Yaşar ne Yaşamaz” konumuna girdi bir çok şey. Kafamıza düşen meteor taşlarının hesabını yapmak bile zorlaştı. İnanmış gibi yapıp haddini aşmak, bu günlerin belki yarınların da acı biberi sanki.

Benim bildiğim hangi devlet olursa olsun önemli konularla ilgilenir. “Devlet ciddiyeti” sanırım budur ve böyle olmalıdır.

Bir toplumda sorunlar azalacağına, artıyorsa; ortada bir yanlışlık var demektir. Hele hele düzen değişimi için çaba harcamak, teokratik bir yapılanmaya kapı aralamak artık olacak iş değildir ve “safsatayla iştigal” sanıyorum.

Ülkeler her zaman daha ileriyi ve güzeli çağdaşlaşma yolunda arar, aramak zorundadır.

Tutuculuk (muhafazakarlık) bir bakıma yerinda saymak anlamına gelir. O zaman çağ nasıl yakalanabilir. Çağdaş bir yapıya nasıl ulaşılabilir?

Gericiliğin, yobazlığın devrimi olmaz Devrimin özünde ve içeriğinde aydınlanma vardır.