Sovyetler Birliği döneminde,
1986-87 eğitim öğretim yılında, Moskova’da Bilimler Akademisi’nde okurken, eğitimin sonlarına doğru, Nâzım Hikmet’in 1963’te öldüğü evine, eğitimdeki arkadaşlarla birlikte, eşi Vera’dan izin alarak ziyarete gitmiştik. O ziyarette üç şey dikkatimi çekmişti:
— Birincisi: Vera’nın gençliği, güzelliği ve alçakgönüllülüğü,
— İkincisi: Duvarda asılı olan Hacivat-Karagöz kuklaları,
— Üçüncüsü de Nâzım Hikmet’in çok sevdiği, derisi yıpranmış kırmızı koltuğu.
Vera bizlerle sohbet ederken, “Nâzım kırmızı koltuğunu çok severdi; sürekli o koltukta oturur, düşünür ve kimi şiirlerini orada yazardı,” dediğini hatırlıyorum.
Ziyaret sonrası Vera’ya teşekkür edip, “Evin Nâzım Hikmet Müzesi olmasını” istemiştik. Sonuçta ev müze oldu ve şu anda müze olarak hizmet vermektedir.
Nâzım Hikmet’in kırmızı koltuğu bu anlamda hem ünlü hem de sembolik olarak önemlidir.
Turgut Özal döneminde, bin bir zorlukla TRT’nin yayın tekelinin fiilen kırılmasıyla birlikte, yasal olmayan bir zeminde özel televizyonlar açılmaya başlandı. Hatırladığım kadarıyla ilk olarak Star TV ve Show TV kuruldu. Bu özel televizyon kanallarında renkli yayınlar ve renkli simalar görmeye başladık. Bunlardan biri de ünlü edebiyatçı Ahmet Altan’dı. Ahmet Altan’ın programının ismi “Kırmızı Koltuk”tu. Bu programa dönemin ünlü isimleri davet edilir, kırmızı koltukta oturtulur, onlarla sohbet edilirdi.
Cumhuriyet dönemi boyunca Türk-İslam zihniyeti, sola, sosyalistlere ve komünistlere karşı olduğu için “kızıl” ve “kırmızı” renge de karşıydı. Kırmızı kravat, kırmızı mendil, çorap veya gömlek giydikleri; kırmızı gül ya da karanfil taşıdıkları için birçok öğretmen ve aydın hakkında davalar açıldığını, tutuklamalar yapıldığını biliyoruz. Sanırım buna bir tepki olarak Nâzım Hikmet kırmızı koltuğu tercih etmiş ve onu çok sevmişti. Ahmet Altan da Nâzım’ın bu tutkusunu bildiği için programına bu ismi vermişti: Kırmızı Koltuk.
Bunlar, değerli aydınlarımızın koltuk sevdalarıdır.
Bu sevdalar temizdir; düşünce ve fikirle ilgilidir. O nedenle kıymetlidir.
Bir de “önemlilerin” koltuk sevdası vardır. Bu koltukta rengin bir önemi yoktur. Bu sevdada fikir ve etik değerler de önemli değildir. Önemli olan, o koltuğa oturmaktır.
Ülkemizde koltuk kavgası kıran kırana, acımasız bir şekilde sürmektedir. Koltukta oturmak için hak, hukuk, etik değerler ayaklar altına alınıyor. İktidarda ya da muhalefette olmak fark etmiyor; baş olmak, koltuğa oturmak için hukuki olmayan yollar deneniyor.
Bu günlerde bu durumu CHP’li Gürsel Tekin ve Kemal Kılıçdaroğlu’nda görüyoruz.
Siyasi ve etik değerler bir kenara itiliyor, fikir ve ahlaki değerin önemi koltuk olunca uçup gidiyor.
Tek amaçları koltuk olan bu tür insanlar; aşırı hırs ve istekleri yüzünden kendilerine, çevrelerine ve topluma zarar veriyorlar.
Mutluluğu ayak oyunları ve koltukta arayan bu siyasetçilere elbette halk, zamanı geldiğinde gerekli dersi verecektir.
Benim sözüm, koltuk sevdasında olmayan dürüst, erdemli insanlara!
Diyorum ki;
Mutluluğu koltukta, haksız kazançta, makamda, parada pulda aramayın.
Mutluluğunuzu, fiziksel bedeninizin sağlığında ve ruhsal iç dünyanızın temizliğinde arayın.
Mutluluğu doğada ve düşüncede arayın.
Mutlu olmak için yüzünüzü doğaya çevirin. Doğanın muhteşem güzelliğinin yanı sıra; nasıl bir denge içinde döngüsünü sürdürdüğünü düşünün.
Muazzam bir döngü olduğunu göreceksiniz.
Yok oluşun, var oluşu getirdiğini; bir canlı yok olurken diğerinin onunla varlığını sürdürdüğünü; var oluşun, yok oluşa bağlı olduğunu; bu evrensel döngünün, doğa yasasının değişmediğini; yaşamın bunun üzerine kurulduğunu göreceksiniz.
Sıradan küçük insanların ayak oyunlarını, koltuk sevdalarını fazla kafanıza takmayın; bilime, bilgiye önem verin. Onlar gibi, mutlu olmayı koltukta aramayın! Koltuk sevdalıları, “önemli” insanlardır. Onlar iyiden, doğrudan yana olanı düşünmezler; onların tek düşündükleri koltukları ve koltukla elde ettikleri maddi ve manevi kazançlarıdır. Onlar insanları, doğayı, doğadaki başka canlıları, büyük insanlık davasını düşünmezler. Onlara reçete sunulur, onlar o reçeteyi çıkarları doğrultusunda uygularlar. O kadar!
Mutlu insanlar; düşünen, yaratan insanlardır.
Mutluluğu düşüncede arayın!
Düşünen, yaratan insanların koltuk sevdaları yoktur.
İnsanlık için çalışırlar; onlar değerli insanlardır.
Yazarları, felsefecileri, doktorları, mimarları, yazılımcı mühendisleri, matematikçileri, fizikçileri, mucitleri düşünün…
Düşüncenin, yaratıcılığın, erdemin doruklarına çıkmış insanları…
Onlar dâhidir, çılgındır; zihnen huzursuz olsalar da yaşamda huzurludurlar.
Hele önemli bir eser ortaya çıkardıklarında…
Onlardan daha mutlu insan var mıdır?
Zihniyet anlamında, Batı-Doğu tartışmasında öne çıkan mesele:
Önemli mi, değerli mi? meselesidir.
Batı, katı din bağnazlığından gerçek laiklikle (bizdeki gibi çakma, çarpıtılmış bir laiklik değil) kurtulabildiği için, dünya işlerini sağlıklı, sivil anayasalarına ve seçimle gelen, seçimle giden yöneticilere bırakmıştır. Demokrasiyle yönetildikleri için değerlilere önem vermektedirler. Bu yüzden mutludurlar. O nedenle insanlar akın akın o ülkelere gitmeye çalışıyor.
Doğu’da; İslam ülkelerinde, Afrika ve Asya’da ise gerçek demokrasi yoktur. Yasalar, yöneticilerin iktidarda kalması için düzenlenmiştir. Yasa, liderlerin ağzından çıkan sözlerdir. Yönetim şekli demokratik değildir. O ülkelerde demokrasi yoktur.
Bu ülkelerde din, yönetimin elinde bir çıkar aracıdır.
Değerlilerin bu ülkelerde hiçbir önemi yoktur.
Koltuklarını bırakmayan “önemliler” ve onlara bağlı olan din görevlileri “önemlidir.”
Şunu unutmayalım:
Zorbalığın olduğu yerde acı hüküm sürer; fakirlik, işsizlik, açlık olur; kargaşa ve iç çatışmalarla kan akar, ölümler olur.
Böyle bir düzende insanlar huzurlu ve mutlu olmaz, olamaz!
Kıssadan hisse: Bir ülkede hukuk ve demokrasi varsa, önemliler de değerliler de kıymetlidir.
Hukuk ve demokrasi yoksa, değerliler baskı altındadır; önemlilerin ise halkta bir karşılığı yoktur.