Bazı ülkelerde mahkum sayısı azaldığı için hapishaneler kapatılmış.
Türkiye’de ise toplam hapishane sayısı 381’e ulaştı tutukevlerinin kapasiteleri arttırıldı. Ülkemizde son 10 yılda 134 cezaevi yapıldı. 2002 yılında cezaevlerinde 34.808 hükümlü ile 24.621 tutuklu olmasına karşın bugün tutuklu sayısı 85.105’e çıktı. Cezaevi nüfusu 224.878’e ulaşarak büyük şehirler nüfusuna ulaştı.
Türkiye’de her gün ortalama 112 kişi mahkum oluyor. Cezaevinde yatanların günlük masrafı 17 milyon 500 bin lira yıllık harcama bu konuda yıllık harcama, 12 bakanlık bütçesini aşıyor. Bu ülkemizin bir başka yüzü.
TERÖRE BİR KURBAN DAHA VERDİK
Ülkemizde terör can almaya devam ediyor, yine evlere ateş düşüyor ağıtlar yakılıyor, teröre bir kez daha lanet okunuyor. Fakat yine terör devam ediyor. Edirne Küplü Nüfusuna kayıtlı Sercan Fidan iki yıllık yüksek okul mezunu. Beldede dar gelirli bir ailenin 4 evladından birisi. Başka bir geçim kaynağı bulamadığı için bir süre Edirne’de bir fırında işçilik yapan daha sonra “ Sözleşmeli Asker” olarak görev üstlenen 25 yaşındaki Sercan Fidan, Hakkari’de teröristlerin saldırısı sonucu şehit oldu.
Şehit aileleri için o anlar sözün bittiği zamanlar oluyor. Zira bugüne kadar “terör bitti bitecek” diye çok nutuklar dinledik. Buna rağmen terör can almaya devam ediyor. Evladını kaybeden analar dul kalan eşleri ve yetim kalan çocuklar her gün yüreğimizi dağlıyor. Yine cenaze töreninde bilinen sözler söylendi. Kanı yarde kalmayacak intikam alınacak denildi. Kuşkusuz intikam alınacak teröristler hak ettikleri cezayı bulacak. Fakat, günahsız, sadece vatanı savunmak için görev yapan insanlarımızın şehit olması devam ediyor, anaların gözyaşları dinmiyorsa, söylenen sözler yeterli olmuyor demektir.
Terörün etkili olduğu bölgelerde evlatları olan anne babaların geceleri gözlerine uyku girmiyor “ Aman evladımı bir şey olmasın, eli kınalı sağ salim davul zurna ile askere gönderdim hayırlısıyla sağ dönsün” diye dua ediyorlar. Bu acıyı ancak yaşayanlar anlar. Kim ne derse desin her zaman “ateş düştüğü yeri yakıyor” orada da “ ağlarsa anam ağlar” sözleri geçerli, gerisinin gözyaşları geçicidir.
Evladını şehit veren ailelerin üzüntüleri yaşamları süresince devam ediyor. Ne acıdır ki,aynı ülke içinde yaşayan insanlarımızın sadece ülke savunması görevini yapanlara bu husumet bir türlü dinmiyor. Bu acıları sonlandırmak için çözümler bir türlü üretilemiyor, acımasız terör devam ediyor. Olan yine evladını vatanını savunmak için gönderip daha sonra şehit haberi gelen ailelere oluyor. Bu kan gözyaşı dinmeli. Şehit törenlerine katıldığımızda ailelerin o çığlıklar karşısında insanın yüreği sızlıyor. Bu acımasız can almaya devam eden hain terör bir an önce sonlanmalı, daha fazla gencimiz bu uğurda kurban edilmemeli. Şehidimize Allah’tan rahmet geride kalanlarına ve Silahlı Kuvvetlerimize metanet dilerim.
BARDAĞIN DOLU YANINA DA BAKALIM
Arasında basın mensuplarımız da dahil. Bir olayı ve kişileri öyle hedef alıyor karalama yoluna gidiliyor ki, bu yazılanları ve söyleyenleri okuyan konuşmaları dinleyen “gerçekten öyle mi” diye hayrete düşüyor.
Araştırıp gerekli inceleme yapılmadan yapılan suç isnatları sununda yanlışlığı anlaşılsa da eleştirilen kişi ve kurum üzerinde şüphe uyandırır.
Bu tür kişiliği ilgilendiren eleştirilerde, suçlamalarda kılı kırk yararak araştırmak en küçük bir ihtimali dahi göz önüne alarak ondan sonra sağlam delillere dayanarak eleştirmek en doğru yoldur.
“Ben yaptım oldu”, mantığı ile insanları suçlamak hiç bir meslekte geçerli olamaz. Bunların acılarını çok gördük. Böyle mesnetsiz suçlamalarla insanlarımız yıllarca hapishanelerde yattı, bazıları bu suçlamalara dayanamadı intihar etti.
Ergenekon davası ve sonrasındaki gelişmeler bunun sayısız örnekleriyle dolu. “Çamur at izi kalsın” anlayışı kimseye yarar getirmez . Önemli olan gereksiz düşman yaratmak değil dostluk kazanmak olmalıdır ortak değerleri bulmaktır.
Bu yöntemi seçmediğimiz, bardağın dolu yanını yok saydığımız sürece sadece düşman üretiriz. Bu düşmanlık, husumetin zararı en sonunda kendimize olur. Dost kazanma yerine düşmanlık o kişinin de huzurunu kaçırır…..
BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ,?
İLK KÖMÜRÜ UZUN MEHMET BULDU.
Ülkemiz topraklarında ilk kömür yatağı 1829 yılında ortaya çıkarıldı. Osmanlı Sultanı 2. Mahmut devrinde Uzun Hasan adındaki bir deniz erinin bulduğu bu kömür yatağı samsun iline bağlı Havza’dadır.
Karadeniz Ereğli’sinden İnebolu’ya doğru uzanır. 180 kilometre uzunluk ve 50 kilometre derinlikteki bir alanı kaplar. Ülkemizde çıkarılan ilk kömürlerden donanma yararlandı. Bölgede yeni işletmeler açılarak üretimin çoğaltılmasına 1893 yılında başlandı.
Türkiye’de kömür üretiminin %80’i Türkiye Kömür işletmelerini denetimindedir. Yapılan araştırmalara göre ülkemizde elli altı ilimizde zengin linyit yatakları bulunmaktadır. Antalya, Diyarbakır, Kastamonu ve Zonguldak’ta ayrıca taşkömürü yatakları bulunmaktadır.
PANTOLONUMU VERİN
Zengin bir adam ölüm döşeğindeydi.
Üç oğlu yatağının başında cenaze masraflarını tartışmaya başlamışlardı. Önce en büyük oğlu söz aldı:- “Fazla masrafa lüzum yok. 8-10 araba kiralarız olur biter”
- “Kendimiz için de iki araba kiralamayalım konu komşudan isteyenler araba kiralayıp gelsinler”
- En küçük oğlu:
- -“ bir steyşın araba kiralayalım, cenazeyi de oraya koyar kendimiz de şoför mahallinde gideriz…Onun için hiç masrafa gerek yok..”
- B konuşmaları duyan ölüm halindeki ihtiyar baba oğllarının konuşmalarını duymuştu. Bu arada güçlükle yatağından doğruldu.:
- -“ Evlatlarım siz hiç merak etmeyin… hele şu pantolonumu getirin ben mezarlığa kadar yürürüm bu konuda size yük olmak istemem…”