“Hak verilmez alınır” diye bir halk deyişi vardır.Her hak almanın bir bedeli oluyor.
Özellikle o hak insanların yaşam koşulları ile ilgili bir hak olup bu hakkı başkaları kullanıyor, ondan yarar sağlıyorsa o hakkı almak çok daha zordur.
Bu haklar öyle çekinip korkarak,ona buna havale edilerek kazanılmaz.Hakkı almak için korkmadan,çekinmeden o hakkı sahiplenmek gerekir.
İstiklal Marşımız dahi “Korkma” sözü ile başlıyor. Ne yazık ki halkımızda haklı olduğu yarlerde dahi korku içgüdüsü ile haklar arayamaz hale geldi.
Örneğin geçim sıkıntısının çok yoğun olduğu, dar gelirlinin dayanacak gücü kalmadığı bir zamanda bakıyorsun halk sanki her şey yolunda gibi yaşamını sürdürüyor,halinden memnun .Halinden şikayeti olanlar seslerini üst makamlarına duyurma yerine aralarında birbiri ile tartışarak ahlayıp sızlanarak vakit geçiriyor.
Halkın bu duyarsızlığını bilen üst yönetimler ara bir halkın gazını almak için durumlarını şikayet eder gibi görünen açıklamalarda bulunuyor. Beylik sözlerle sorunu geçiştirme yoluna gidiyor.
İçinde halkın olmadığı o sorundan doğrudan etkilenen kitlenin bulunmadığı bir hak elde edilir mi?
Sonunda böyle halkı sahiplenmediği tepkileri yöneticiler dikkate dahi almıyor.”Nasıl olsa bir süre sonra unutulur “ diye geçiştiriyor. Halkın biriken sorunları yöneticilerinin korkaklığı ,basiretsizliği sonunda çözüme kavuşmuyor.
Bugün küçük esnaflar,küçük sanayiciler,köylüler işçiler,emekliler büyük sıkıntı içinde.
Bu zümreyi temsil eden yöneticiler ise koltuklarını kaybetmemek için seslerini çıkaramıyor.
Demokrasilerde hak aramada kitle örgüt temsilcilerine büyük iş düşmektedir . Gelişmiş ülkelerde durum böyle çözümleniyor .Bizdeki gibi halk, dara düştüğünde tırsıp bir kenara çekilinmiyor.Aslında ülkemizde demokrasinin kalıcı hale gelmesi için meslek kuruluşlarının başında uzun yıllar saltanat süren yöneticilerden kurtulması, seçim dönemleri için sınırlama getirilmeli.
Uzun yıllar o görevde kalıp hiçbir yararı olmayan “Suya sabuna “ dokunmayan yöneticiler görevlerinden uzaklaştırılmalı.
Bunun için de onları o makamlara getirenlerin bilinçli ve tabanlarının sorunlarına sahip çıkmaları gerekir. Bugüne kadar olduğu gibi önemsemez,onların saltanatlarının devamına onay verirlerse halkımız bu eziyeti daha çok çeker.Ülkemizdin son ekonomik açmazının halkın korku duygusunu aşarak kendi yararına olan konulara sahip çıkması için zemin hazırlayacağını umarım.
Siyasetteki değişim beklentileri kadar meslek kurum yöneticilerinin değişimleri o göreve layık olanların gelmesi de büyük önem taşıyor.
--------------
KISSADAN HİSSE
SEN BİZİ EKMEKSİZ BIRAKTIN
Cumhurbaşkanlığı koltuğunda Atatürk’ün ardından silah arkadaşı İsmet İnönü oturdu.
O yıllar 2. Dünya Savaşı nedeniyle Avrupa ülkeleri birbiriyle kıyasıya mücadele halindeydi.
Savaşın çilesini çeken, cephelerde milyonlarca insanını kaybeden Ülkemizi bu savaşa katmak için yapılan girişimler zamanın Cumhurbaşkanı tarafından reddimdi. Ülkemiz böylece savaş dışı kaldı.
Tüm dünyayı saran savaş sıkıntısından ülkemiz de nasibini aldı. Bu günlerde ekmek karneye bağlanmış,şeker, un,tuz ve diğer temel gıda ürünleri de karneye bağlanmıştı.Ülke sıkıntılı bir dönem geçiriyordu. Savaşın yeni bittiği 1945 İnönü’nün bir gezisi sırasında küçük yaşta bir çocuk halkın arasında gezip hatırını soran İnönü’ye yaklaşarak şöyle der:
“Sen bizi ekmeksiz bıraktın…”
İnönü çocuğa gülümseyerek bakar ve şu ünlü sözünü söyler:
“Ekmeksiz bıraktım fakat sizi babasız bırakmadım” der.
Bugüne baktığımızda bunun ne kadar önemli olduğunu çevremizdeki olaylardan daha iyi anlıyoruz.