On iki yaşlarındaydım. Küçük bir kasabanın tozlu sokaklarında  sularla, çamurlarla oynaya oynaya yazı tüketirdik. Her yıl olduğu gibi yaz yine göz açıp kapayıncaya değin geçivermişti. İşte ağustos sonlarına yaklaşmıştık bile. Havalar yavaş yavaş değişiyor, yağmurla artık daha sıkça yağıyor, rüzgar daha sert esiyordu. Böyle havalarda herkes evine koşar, oyunlar dağılırdı.

Ancak; ağustos’un  son günlerinde kasabada kurulan panayır, yeni bir hareketlilik  sunardı kasabamıza. Panayır, her yıl mera denen düzlükte kurulur. Sakin kasaba yaşamını

Renklendirirdi. Adına bir türlü akıl erdiremezdim nedense:

 “HAYVAN ve EMTİA PANAYIRI”

Panayırın kurulu olmadığı zamanlarda bizler ve daha büyükler bu çayırlıkta top oynar, kasabamızın futbol maçlarını izlerdik.

Harman zamanı gelince, yine aynı alanda harmanlar kurulur , ekinler  savrulurdu.

Biz çocuklar panayırın kurulacağı günleri özlemle bekler birkaç gün önceden direklerin dikilip dikilmediğini, salıncakların kurulup kurulmadığını kontrol ederdik. Günler yaklaştıkça yüklü kamyonlar gelmeye başlardı. Panayırcıların gelmeye başlaması, sevincimize sevinç katardı.

Panayırın açıldığı ilk günlerde hem kasabanın içi, hem de panayır yeri kalabalıklaşır hem de hareketlenirdi. Tanımadığımız insanlar oyunlar, oyuncular bizi oraya çekerdi. Bazen, yankesicilerin, yamyamların varlığından söz edilir, çocukların kaçırıldığı söylentileri dolaşırdı. Hele panayır yoluna dizilen  sakat insanların yalvar yakar dilenmesi acıma  duygularımızı körükler, cebimizde var olan beş-on kuruştan  bir kısmını onlara verir yada en azından vermek isterdik.

İşte bu yıl da kurulmuştu panayır. Aynı sevinçler yine içimizi kaplamış, karşı konulmaz bir güç, bizi oraya, panayıra; sürüklemeye başlamıştı bile.

O günlerde bana bir çift bez lastik (ayakkabı) alınacaktı. Panayır günleri yakın olduğu için oradan alınmasına karar verilmişti.  Bu nedenle benim için panayırın ayrı bir önemi vardı bu yıl.

Panayırın kuruluşunun ikinci günü idi. Lastikleri almak için babamla panayıra gidecektik.  Handa işler çok yoğun olduğundan, bir türlü ayrılamıyordu babam.

Sanırım bir öğle üzeri babam işinden zar zor ayrılmış  ve panayırın yolunu tutmuştuk. Yola çıktığımızda garip bir sıcak vardı. Ama benim, sevinçten  hiçbir şeyi görecek hal,m yoktu. Çünkü artık kara lastikten bez lastiğe geçiyordum. Sıcakla birlikte  bazı koyu gri bulutlar belirmeye başlamıştı gökte. Yağmur sıcağı bu; diyenler vardı.Ancak bütün bunlar beni ilgilendirmiyordu. Benim tek düşüncem bez lastiklere bir an önce kavuşmaktı. Panayır yerine yaklaştıkça bulutlar da bizimle sanki yarış ediyor, bizden önce meranın  üzerinde birikiyorlardı. Panayıra varır varmaz güneş kaybolmuş,sert ve iri yağmur taneleri  yüzümüzü, gözümüzü dövmeye başlamıştı. Lastikçinim sergisine vardık mı varmadık mı? Lastikleri aldık mı almadık mı? Anımsamıyorum,  Tam o sırada yağmur taneleri  daha da irileşmiş, sertleşmiş her tane kamçı gibi  etrafı dövmeye başlamıştı. Şiddetli gök gürültüleri ve şimşekler herkesin sığınacak bir yer bulmaları gereğini anımsatıyordu sanki. Büyük bir telaş ve kaçışma başlamıştı. Üstelik çadırlardan başka sığınacak yer de yoktu. Biz da kendimizi zar zor bir çadıra atabilmiştik.Çok kısa sürede  gökyüzü sanki elle tutulacak kadar alçalmış, yağmuru fırtınası ve şimşekleriyle orada bulunanlara   saldırır konumuna gelmişti.Bir süre sonra  çadırlarda sular yükselmeye,         mallar yüzmeye başladı. Herkesin yüzünde korku izleri derinleşmiş, kimse laf etmez olmuştu. Tufandı bu.

Tufanın en güçlü ve şiddetli olduğu an  herkesi korkutan ve ürperten  bir ışık patladı. Şimşekti bu. Sanki hemen başımızın üstünden geçen bir ışık huzmesi biraz ötemizdeki çadırlara uçuvermişti. Ardından korkunç bir gök gürültüsü.Yağmur havayı  serinlettiğinden ve ıslandığımızdan biraz da korkudan herkes tir tir titriyordu. Ben de titriyordum.Son patlama titremeleri daha da arttırmıştı. Hemen ardından “yıldırım düştü” söylentileri yayılmaya başladı. Biraz ötemizdeki çadıra düşmüştü.Yaralananlar ve ölenler olduğu söyleniyordu Merak ve korku birbirine karışmış ve iyice güçlenmişti.

Bir saat kadar sonra  yağmur birden azalmış,kısa bir süre sonra da dinivermişti.

Çadırdan çıktığımızda sellerin bıraktığı çamur , yemyeşil zeminin rengini değiştirmiş. Çadırların çoğu parçalanmış ve sürüklenmişti.  Söylentiler giderek dallanıp budaklanırken çok kişi arabalarla ya da yaya terk etmişti panayır yerini.

Sonradan öğrendik ki,  Bizi yalıyarak geçen yıldırım  silahı omzunda olan bir jandarma erini az ötemizde şehit  etmiş, birkaç kişi de yaralanmıştı. Büyüklerin anlattıklarına göre, askerin omzundaki silah madeni olduğu için yıldırımı çekmişti. Bu tür bilgiler okullarda veriliyordu ama yaşamak bambaşkaydı.

Aradan yıllar geçti ama bu olay ve kural hala bilincimin derinliklerinde durmakta.  Şimdilerde mera iyice küçülmüş, beton yığınlar o güzeli ve yemyeşil alanı da yutuvermiş sanki

Orda artık hayvanlar otlamıyor

Panayır da kurulmuyor.

Ama benim bu anım meranın  bir dalında  yaşıyor gibi

İyi bir futbol sahası ve bir kapalı spor salonu var şimdilerde.

Yeşile ve doğaya saldırı modası oralara bile sıçramış, anlayacağınız…

Necdet   TEZCAN

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.