Kemalizm ve Kadını anlatmaya başlamadan önce “Kemalizm ve İdeoloji” kavramlarından söz etmek istiyorum. İdeoloji kavramı ilk olarak Destutt de Tracy tarafından fikirleri, düşünceleri inceleyen bir bilim olarak kullanılmıştı. Fakat kısa bir süre sonra terim bu anlamdan uzaklaştı. Fikir ve düşünceler bilimi, tanımının yerine dünyaya, topluma ve insana yönelik duygular, tutumlar ve düşünceler sistemi anlamında kullanılmaya başlandı. Nihayet daha sonraları terim; bir kişiye, gruba, topluma ait özel çıkarları haklılaştırmaya (meşrulaştırmaya) yarayan fikirler sistemi anlamında kullanıldı. İdeoloji teriminin tanımı ve ilk olarak kullanılmasından bu yana ifade ettiği bu anlamlar açısından değerlendirildiğinde; Kemalizm’in bu yaklaşımların hepsinde kişilik bulan bir ideoloji olduğu görülmektedir.

KEMALİZM; başta Kurtuluş Savaşımızın ve Büyük Türk Devrimi’nin ölümsüz önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün olmak üzere Laik-demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türk Ulusunun dünyaya, topluma ve insana yönelik duygularını, tutumlarını ve düşüncelerini temsil eden bir fikir ve eylem sistemidir.

Kemalizm’in kadına bakışını daha iyi anlamamız için sizlere Kemalizm’e gönül vermiş devrim şehidimiz Rahmetli Ahmet Taner Kışlalı’nın yazısından bir paragraf okumak istiyorum.

“Atatürk, Tevfik Fikret'in bir dizesini çok seviyordu:

"Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer."

Bir "Dünya Kadınlar Günü"nde konuşma yapmam istenmişti. Konuşmamı bitirip kürsüden indiğimde, yanımda IBM'in (Uluslar arası bir ABD Şirketi) Türkiye'deki yetkililerinden birisi yaklaştı. Şöyle dedi:

- Biliyor musunuz ki, tüm dünyada IBM'de çalışanlar arasında kadın oranı yüzde 20'dir. Ama Türkiye'de yüzde 41'dir!

Şaşırdım. Ve bu ilginç kıyaslamayı yeri geldikçe kullanmaya başladım. Birkaç ay önce Prof. Türkan Saylan buna bir başka ekleme yaptı.

Sayın Saylan, Almanya'da katıldığı bir toplantıda öğrenmiş ki; Alman üniversitelerindeki her yüz öğretim üyesinden sadece birisi kadın. Oysa bu oran, Türkiye'de Almanya'dakinin tam otuz katı!”

Bu paragraftan yola çıkarak yaptığım araştırmalar sonucunda 1789 Fransız Devriminin, "İnsan Hakları Bildirisi" ile bütün dünyayı etkilediği ama o devrimin içinde kadın hakları ve özgürlüğünün olmadığını gördüm. Batı, kadın - erkek ayrımının kaldırılması konusunda 20'nci yüzyılın ortalarına kadar "tutuk" kaldı. Ama Atatürk tutuk kalmadı! Kafasındaki dünya, bir ortaçağ Türkiye’sinde yaşadığı halde, 20'nci yüzyıl Avrupalısından daha genişti. Dayandığı kültürel birikim de diğer İslam ülkelerinden çok farklıydı. Türklerin İslam’ı kabul etmelerinden yaklaşık 500 yıl sonra bile, Orta Asya'da kadın - erkek ayrımı yok denecek düzeydeydi. Kadın hakları ve kadınların erkeklerle eşitliği konusunda geçen asırdan itibaren batı ülkelerinde ve toplumlarında yoğun mücadelelerin verildiği ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere'nin bu mücadelelerin en şiddetlilerini yaşadığı bilinmekteyiz.

Türk Toplumunda kadın her zaman çok değerli görülmüştür. Orta Asya’da kurulan Türk devletlerinde kadın ve erkek eşit haklara sahipti. Devlet yönetiminde de hakan ve hatun birlikte buyururlardı. Yani Hakanın yanında hatunda söz sahibiydi, toplumda tek eşlilik vardı. Osmanlı döneminde kadınlar bazı haklarını yitirmiş olsalar da; Anadolu kadınları eşlerine destek olmuştur. Kurtuluş savaşı yıllarında erkeği cepheye giden Türk kadını, hem çocuğunu yetiştirmiş hem de cepheye silah ve cephane taşıyarak savaşa katılmıştır. Ülkemizde, gerek Osmanlı İmparatorluğu ve gerek Cumhuriyet döneminde kadınlarımızın kendi hakları konusunda, batı ülkelerindekine benzer şekilde mücadele ettiklerini söylemek mümkün değildir. Ama biz kadınlara birçok batı ülkesinden İsviçre’den bile evvel bu hak Atatürk tarafından verilmiş ve hatta adeta sunulmuştur.

Ülkemizde TBMM’de Kadın milletvekili oranı %17’dir. BM Kadın Biriminin ocak ayında yayımladığı verilere göre, dünya genelinde ülkelerin ulusal meclislerindeki kadın milletvekili oranları 1995'te yüzde 11,3 iken 23 yılda yüzde 12,7 artarak Kasım 2018 itibarıyla yüzde 24'e yükseldi.Geçen yıllarda olduğu gibi, Ruanda yüzde 61 ile en fazla kadın milletvekiliyle listenin en üst sırasında yer almaya devam ediyor. Diğer iki Afrika ülkesi, Namibya ve Güney Afrika’da ilk 10'da yer alıyor.

Rapor, tek meclisli parlamentolar arasında bölgesel ve küresel olarak en çarpıcı kazanımın 65. sırada yer alan Cibuti'de elde edildiğini ortaya koydu. Rapora göre, Cibuti parlamentosundaki kadınların oranı, yüzde 11'den yüzde 26'ya yükseldi.

Raporda, Amerika kıtalarının yüzde 30,6 ile parlamentodaki kadın sayısı ortalaması bakımından tüm diğer bölgelerin üstünde olmaya devam ettiği belirtiliyor. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ysa, yüzde 18’in biraz üstünde kadın milletvekili ortalamasıyla listenin en altında yer alıyor.

Eğer 8 Mart Dünya Kadınlar Gününün tarihçesine kısaca bir göz atarsak Türk kadınının teoride Atatürk’ün sayesinde birçok ülke kadınından önce yakaladığı şansın büyüklüğünü bir kez daha görürüz.

8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katıldı.

26-27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.

İlk yıllarda belli bir tarih saptanmamıştı ve değişen tarihlerde fakat her zaman ilkbaharda anılıyordu. Tarihin 8 Mart olarak saptanışı 1921'de Moskova'da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı'nda belirlendi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında bazı ülkelerde anılması yasaklanan Dünya Kadınlar Günü, 1960'lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri'nde de anmaya başlanmasıyla daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etti. Birleşmiş Milletlerin sitesinde günün tarihine ilişkin bölümde, kutlamanın New York'ta ölen işçilerin anısına yapıldığı yazılmamıştır.

Türkiye'de medeni alemin anladığı şekilde kadın haklarının kabul edilmesi, Atatürk'ün önderliğiyle Cumhuriyetin kurulmasından sonradır. Daha önceleri kadın, erkeğin yarısı kadar miras alma hakkına sahipti. Kadının şahitliği de aynı şekilde olmaktaydı. Zaten sadece bizde değil tüm milletlerde kadına verilen değer tarih boyunca sınırlı tutulmuştu. Kadına tanınan haklar hiç bir zaman kanun hükmünü almamıştı.

Kadınların hukuk alanında gerçek bir eşitlikten yararlanmaları Cumhuriyeti izleyen yıllarda mümkün olabildi. 1924 Anayasası'nın Seçme ve Seçilme hakkındaki 10. ve 11. maddeleri, 2599 sayılı ve 5 Aralıkta 1934 tarihli kanun ile değiştirilerek kadınlara da seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Atatürk'ün Cumhuriyet'i izleyen yıllarda yaptığı devrimlerin bir dizisi kadın hakları konusundadır. Bunlardan en önemlisi kadını aile hukuku alanında da erkeklerle eşit hale getiren Medeni Kanun'dur.

Cumhuriyet Dönemi ve Kadın Hakları teokratik bir devlet yapısının ve kadın haklarının kısıtlı olduğu bir toplum düzeninin olduğu Osmanlı İmparatorluğu'ndan, kadın-erkek eşitliğinin kabul edildiği modern Türkiye Cumhuriyeti' ne geçiş, birçok devrimler ile mümkün olabilmiştir. Bu devrimler içinde, kadınların erkekler ile eşit toplumsal varlıklar olarak toplum içinde yerlerini almaları bir uygarlık aşamasıdır ve Atatürk Devrimleri'nin en önde gelenlerinden birisidir. 1926 yılında Büyük Millet Meclisi tarafından kabulle yürürlüğe giren ve Türk kadınlarını "şeriat" zincirinden kurtaran Medeni Kanun ile, Türk kadınına bin yıl evvel kaybettiği hakların iade edilmesinin temeli oluşmuştur. Artık kadın güçlenmeye, kişiliğini bulmaya başlamış ve erkeğinin yanında sosyal faaliyetlere katılmaya hazırdır. Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Haklarının Verilmesi Medeni Kanun ile erkeklerle eşit haklara sahip olan Türk kadınına, 3. TBMM tarafından 3 Nisan 1930' da kabul edilen bir yasa ile belediye seçimlerine katılma hakkı tanınmıştır. 1931 yılında da Türk kadını ilk kez tıp dünyasında varlığını göstermiş ve ilk kadın cerrahımız çalışmaya başlamıştır. 4 Mayıs 1931' de ilk toplantısını yapan IV. TBMM tarafından 26 Ekim 1932' de kabul edilen bir yasa ile Türk kadınına muhtar, köy ihtiyar kurulu üyeliğine seçilme ve seçme hakkı tanınmış; ertesi yıl da, 8 Ekim 1934' de kabul edilen ve 5 Aralık 1934'de yürürlüğe giren bir başka yasa ile kadın-erkek eşitliği alanında bütün haklar, "Kadınlara Milletvekili Seçme ve Seçilme Hakkı”nın tanınmasıyla verilmiş oluyordu.

Atatürk' ün Kadın Hakları Konusundaki Görüşleri ve Gerçekleştirdikleri, bugün dünya aydınlarının ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın yaymaya çalıştığı kadın hakları ile ilgili görüşler, Atatürk tarafından çok önceleri dile getirilmiş ve çoğunlukla da uygulama alanına sokulmuştur. Atatürk, Cumhuriyet' in ilanından dokuz ay önce Şubat 1923 'de şöyle demiştir:

"Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun, bir organı faaliyette bulunurken, diğer bir organı işlemezse, o sosyal toplum felçlidir."

Atatürk, çağdaş bir düşüncenin ürünü olan bu sözleriyle kadının toplumdaki yerini belirlemiştir. Atatürk' ün Türk kadınına beslediği sevgi ve saygı, Kurtuluş Savaşı'ndaki gözlemleri ile iyice perçinleşmiştir. 1923 yılında Konya' da yaptığı bir konuşmada, bu hissiyatını büyük bir içtenlikle dile getirir.

"Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar emek verdim, diyemez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakâr, o ilahi Anadolu kadını olmuştur. Bundan ötürü hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükranla ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim."

Atatürk 30 Mart 1923' de Vakit Gazetesi'nde yayınlanan bir beyanatında; "İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin?"

Türkler tarih boyunca, babaerkil denilen aile yapısını gönüllerine yerleştirememişler ve benimseyememişlerdir. İşte Atatürk, milletin geçmişindeki ve özünde var olan fakat özlem haline getirilmiş bir hr şeyler asarak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın manası neye delalet eder? Medeni bir millet anası, bir millet kızı için bu garip şekiller, bu vahşi vaziyet nedir? Bu hal milleti çok gülünç gösterir ve derhal düzeltilmesi lazımdır".

1925 yılında İnebolu gezisinde Atatürk, örtünen kadınlarla ilgili şunları söylemiştir: "Onlar yüzlerini cihana göstersinler ve gözleri ile cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak hiçbir şey yoktur. Önemli olarak şunu ihtar edeyim ki, bu halin muhafazasında inat ve taassup, hepimizi en az kurbanlık koyun olmak istidadından kurtaramaz."

(Devamı Yarın)

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.