Dünyaya bir kez geldik.Başka yok…Cennet cehennem fasarya…
Gibi şeyler kolayca söylenmez ve yazılmaz. Çünkü; pusuda bekleyen yobaz kafa, ‘in’inden karanlık yüzünü uzatır hemen. “Vay zındık” yani dinsiz, inançsız ve kâfir damgasını yapıştırır,dedikodu gergefinde yalan yanlış zıplar durur.
Bu ve benzer konularda tarihin uç dalarlıda yaptığımız kısır çekişmelerle bu günlere ulaştık bile. Yine o geri dönülmez yolun ileriye dönük çekişmeleriyle yaşayıp gidiyoruz.
Yakın geçmişte de komünist suçlaması ya da “komünizmle mücadele” gündemin ön sıralarındaydı. Bu nedenle yaşamını yitirenler, hapislerde çürüyenler, ve sakat kalanlar…
“Vay komünist vay!”, “Komünistler Moskova’, sloganları, ya da yakıştırmaları, hala kulaklarımı çınlatmakta. Bunların yanında kara kafalı yobazlara neden “Haydi İran’a diye atıfta bulunulmazdı, akıl erdiremezdim doğrusu. İnsan kadın hakların çiğnendiği başkent orası değil mi?
Bir de “kapıda şapka” palavrası yaratılmıştı ki, evlere şenlik.
Biraz açalım. Evin erkeği eve gelince kapı girişine asılmış bir şapka varsa,eve girmezmiş. Buralara kadar indirgemişlerdi o rejimi. Yani o rejimlerde ahlak yokmuş, namussuzluk almış yürümüş. O zaman ki bu komünizm düşmanlığı, ABD emperyalizminin
Bizim gibi ülkelere yansıtılmasının öyküsüdür. Hem de yalan dolanı.
Köy Enstitüleri için de ne dedikodular üretilmişti.Söylenenleri bir duysanız dudağınız uçuklardı sanıyorum.. Bu okullara “Komünizmin yatağı” demişler tuvaletlerden ceninler toplandığını uydurmuşlardı. Yani komünizm içimize bir sistem olarak değil büyük bir korku olarak sokulmuştu.”Bu kış komünizm gelecek” savı bile ileri sürülmüştü. Daha neler, neler… Kamuoyu böylece ürkütülmüş bu baskılara dayanamayan okullar sonunda, siyasi güçlerce kapatılmıştı.
Hiç düşündünüz mü?.. Bu kurumlar kapatılmasaydı ülkemiz nerelerde olurdu diye?
Halkın yükselmesini, ülkenin kalkınmasını ve aydınlanmaya karşı olanların marifeti olarak olay tarihteki yerini almış olmalıdır. Halk onlarca ürettiğinin, emeğinin hakkını almasın aracılar ve tefeciler zengin olsun, Halk insan gibi yaşamamalıydı. O kulları kapatan işte bu zihniyet, bu yaklaşımdır.Yani kısır çekişmelerin en iri yarısı.
Böyle olmasını isteyenler gerçekten var mı?
Ne yazık ki var. Hem de bolca.
Bu gün bile “köylülük” küçümsenme boyutlarına taşınmak isteniyor. Olayın içinde dönekler de var. Başı çekenlerden biri de Çetin Altan, örneği.
“Köylü milletin efendisidir”deyişi bile gündeme taşındı sayılır. “Önce Vatan!”, “Ne Mutlu Türküm Diyene!..” gibi kutsal sayılan değer yargıları bile taşlanmakta. Ki bunların bir bölümü Atatürk’ündür… Bir de “ötekileştirme” diye bir deyiş ortalarda gezinir oldu. Daha önceleri de “Mahalle baskısı” saptamasına kafayı takanlar, kafa ütüleyenler olmuştu. Toplum bilimlerinde bu kavramlar bildiğim kadarıyla yok.. Mahalle baskısı değil “sosyal baskı”, ötekileştirme değil, “dışlama”.
Bu deyişlerin açılımına bakmak gerek. Söylemlerde ki mecazları yakalamak ve anlamak gerek. Yalnız somut anlamıyla değil, soyut anlamına da yaklaşmak gerek. Yoksa beşikteki çocuk bile bir Türkün Dünyaya bedel olmayacağını bilir. Koskoca adamlar çarpıtarak yaklaşıyorsa ben ne yapayım?
Atatürk’ün çaba, ilke ve başarılarını küçümseme eğiliminde olanlar da bence başka bir yobaz türü.
Yani yıllarımızı, kısır çekişmelerle, geyik muhabbetleriyle borçla harçla, başkalarından bekleme yaklaşımıyla buralara taşımışız.
Bundan sonra laf yerine iş, tüketim yerine üretime dönebilir miyiz? Benim pek umudum yok. Çünkü biz, laflamayı, bu yoldan vatan kurtarmayı çok severiz…
