12 Mayıs Pazar.. Mayısın’ın ikinci haftası..

Yani ANNELER  Günü..

Bizim  yaşlarda 0lanların anneleri çoktan  göç etti. Anıları yüreklerimizde canlı olsa da yoklar artık

Çocuklar bir an önce  bir an önce yetişkin olmak için can atarlar. Yetişkinler yaşlandıkça çocukluğunu özler. Ve genelde anılarına sarılıp onlarla gününü süsler yaşantısına renk katar. Ama çocukluk asla geri dönmez,Yaşlılık ne denli uzun sürse de bir gün mutlaka biter.

İşte hancı (Artık han ve hancı da kalmadı ya…) ben yani insan olarak ben, her zaman böyleyim. Hem de sanırım kal-ü beladan beri. Yani kestirmeden bakarsak insan ömrü bir varmış, bir yokmuş!.. Yaşamak hoş, gerisi boşmuş…

Ancak öleceğini bilen, ölmeyeceğini sanan tek varlık, insandır. Ancak insanlar ölüp sonsuzluğa uğurlansa da , insanlık yaşar.

İşte böyle güzel bir günde  doğa ile iç içe olmanın damak tadını yaşadık o gün.

Eski ama eskimeyen dost, meslektaş kardeşten daha yakın olduğuna inandığım  Halil Türkan (emekli edebiyat öğretmeni) ve eşi bizleri bahçelerinde konuk etti. Bizim Ozan Ağacı grubu, bu kez kapalı mekanlardan  taşınmış doğa ile kucaklaşmıştı.

Daha önceki yıllarda da  gerçekleşen bu buluşmalar bu kez daha çok ilgi görmüş, Komşu illerden bile gelen olmuştu.

Gencecikler, orta yaşlılar, ve saçları  beyazlayanlar… bir bütün olmuşlardı. Bu gruba “şiirseverler grubu”da diyebiliriz.

Çünkü orada bulunanların, hemen hepsi , şiirle haşır-neşir olmuş; ömrünü bu uğurda tüketmiş; bazıları da kitaplaştırmıştı şiirlerini.

Şiirseverler yerine “sanatçılar, sanatseverler desek daha uygun olurdu belki de… Ressamlar, besteciler , romancılar…  ayrıca şiir dinlemeyi sevenler.

Ama yine de “odak” şiirdi.

Halil-Fatma Türkan çiftinin içten gelen , yapmacık olmayan duruşları, övgüye değerdi.. Bu gayret ve içtenlik orada bulunanları Mutlu etmiş  duygulu rüzgarlar estirmişti.

Böyle güzel bir mayıs gününün  Yemyeşil görüntüleri de etkiliğimize ortak çıkmıştı sanki. Dallar ve yapraklar bile neşe içinde hışırdamaktaydı.

Elma ağaçları henüz meyveye  dönüşmeye başlamış, saklandıkları yaprak altlarından bize bakıyor gibiydiler.

Yenilip içildikten sonra şiirler okunmaya başladı. Yaşayan ve yiten anneler gıyabında da olsa sevgi ve saygı ile anıldılar.

Pek çok arkadaş göz yaşlarına söz geçirememişti o anlarda. Bereket, anlatılan fıkralar normale dönüşü buruk bile olsa, sağlamıştı. Şarkılar da söylendi amatörce. Şiir güzel ve çekici olursa. Şiirle şarkı, ikiz kardeştir benim bildiğim.

Zaman ilerlemiş ; geçip gidivermişti. Buna rağmen  uzaklardan gelen konuklar da dahil kimse yerinden kıpırdamiyordu.

Böylece bir Halil-Fatma Türkan (tatlısıyla tuzlusuyla) klasiği ister istemez sonlanıyor Konuklar geldikleri yere dönüyordu.

Sesler ve sözler bundan sonra dallarda kuşlar için yuva yapacaktır, umuyorum.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.