Tercan, mesajında şunları kaydetti: "Türk milleti, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra verdiği yeniden diriliş ve bağımsızlık mücadelesini Cumhuriyet’i ilan ederek taçlandırmıştır. Gazi Mustafa Kemal Paşa; 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a çıkması, Amasya Tamimi’nin yayımlanması, Erzurum ve Sivas Kongreleri ile Batı Anadolu’daki kongrelerin toplanmasının ardından geldiği Ankara’dan Türk’ün hapsedilmek istendiği yeni Ergenekon’undan çıkmasına önderlik etmiştir…
İşgallere, ihanetlere ve isyanlara karşı Misak-ı Millî hedefi doğrultusunda, 23 Nisan 1920’de açılan Büyük Millet Meclisi’nde toplanan milli irade ve milli kuvvetler, her türlü zorluk ve yokluğa rağmen azim ve iman ile mücadeleyi başarıya ulaştırmıştır…
Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele’nin başarıyla sonuçlanmasına kadar bu yöndeki tasavvurunu bir sır olarak tutmuş; öncelikle saltanatın kaldırılmasını sağlamış ve bundan yaklaşık bir yıl sonra cumhuriyet ilan edilmiştir. Onun bu yöntemi, radikal kararlar için uygun şartları ve zamanı beklediğinin bir göstergesidir.
Milli Mücadele’yi yürüten kadrolar, böyle bir fikir ikliminde yetişmişti. Şüphesiz içlerinde hanedana ve hilafete sadık olanlar da vardı. Ancak onlar dahil, hepsi halkın iradesine, anayasalı bir düzene taraftardı…
Artık İstanbul-Ankara şeklinde ikili bir yapı kalmamış, devlet Ankara’dan yönetilir olmuştu. Ülkeyi Türkiye Büyük Millet Meclisi yönetiyordu. Meclis’in Başkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa idi. 13 Ekim 1923’te Ankara’nın başkent ilan edilmesi, bu durumun tescili idi…
O dönemde uygulanan Meclis Hükümeti sisteminde, vekiller bakanlar Meclis tarafından tek tek oylanarak seçiliyor; Meclis Başkanı’nın bu konuda yeterli yetkiye sahip olmaması, bir devlet başkanının gerekliliğini açıkça ortaya koyuyordu…
Esasen olağanüstü şartlarda ve İstanbul’da meşru kabul edilen bir halife-padişah ve hükümetin var olduğu bir yapıda geçici bir nitelik taşıyan böyle bir hükümet yapısının olağan dönemde devam edebilmesi zordu.
Nitekim 1923’ün Ekim ayında, HükÜmet’te yaşanan meselelerin bir kriz halini alması sonucunda Gazi Paşa, artık uygun zamanın geldiğine hükmeder ve Cumhuriyet’i ilan etmeye karar verir…
Bunu da 28 Ekim’de, yakın arkadaşlarıyla bir yemekli toplantıda “Yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz.” diye açıklar. Hazırlanan anayasa değişikliği, ertesi gün Meclis’te kabul edilir ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk Cumhurbaşkanı seçilir.
Esasen, 1921 yılında kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda “Hakimiyet bila kayd ü şart milletindir.” ilkesi benimsenmiş ve böylece örtük olarak Cumhuriyet’e geçişin işareti de verilmişti.
Bu Anayasa’nın birinci maddesi aynen şöyle idi: “Hâkimiyet bilâ kayd ü şart milletindir. “Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir.” İdare usulü, halkın mukadderatını geleceğini, kaderini bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir dayanır. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilirken maddeye “Türkiye Devleti’nin şekl-i hükûmeti, cumhuriyettir.” cümlesi eklenmiştir.
Atatürk, Cumhuriyet’in ilanı üzerine yaptığı konuşmada, özetle şunları söyler: Milletimiz, sahip olduğu özelliklerini ve değerini, hükümetinin yeni ismiyle, uygarlık dünyasına daha çok kolaylıkla göstermeyi başaracaktır.
Türkiye Cumhuriyeti, dünyada işgal ettiği yere layık olduğunu eserleriyle kanıtlayacaktır. Milletin sevgisini daima dayanak noktası sayarak hep beraber ileriye gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mutlu, başarılı ve galip olacaktır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün cumhuriyet anlayışını ve cumhuriyetle demokrasi arasındaki ilişki hakkındaki görüş ve kanaatlerini yansıtan şu cümleler çok anlamlıdır:
Demokrasi ilkesinin en çağdaş ve mantıki uygulamasını sağlayan hükümet şekli, cumhuriyettir.
Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz cumhuriyeti kurduk; o, on yaşını doldururken demokrasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır.
Milletimiz, demokratik bir hükûmet kurmak sayesinde düşman ordularını yok etti, vatanı istiladan kurtardı.
Bugünkü hükümetimiz, devlet örgütümüz doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet örgütü ve hükümettir ki, onun ismi cumhuriyettir…
Artık hükümet ile millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millettir ve millet hükümettir. Artık hükümet ve hükümet mensupları, kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır.
Bugün bizlere düşen görev; Cumhuriyet’i, kurucu iradenin hedefleri doğrultusunda, günümüzün icaplarına uygun bir şekilde, demokratik hukuk devleti ilkeleri doğrultusunda daha ileriye taşımak ve gelecek kuşaklara bu yönde örnek olmaktır.
Yaşadığımız problemlere, Türkiye’yi ve Türk milletini kıskaca alma ve zayıflatma girişimlerine karşı yürekten inanıyoruz ki, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olacak ve bağımsızlıklarını kutladığımız Türk devletlerinin giderek güçlenmesi ve Türk dünyasının birleşmesi sayesinde Türklüğün sesi cihanda daha gür çıkacaktır.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı öğünüleçek ve gurur duyulacak bir rejimin adıdır... "Cumhuriyet fazilettir" diyor Mustafa Kemal Atatürk...
Aziz Atatürk’ün en büyük eserim dediği Cumhuriyet ilelebet yaşayacak, nesilden nesile taşınıp yaşatılacaktır. Bu eser istiklalimizin muhafızı, Türk tarihinin geleceğe uzanan var oluş sancağıdır. Sancak inmeyecek, Türkiye Cumhuriyeti incitilmeyecektir.
Bu vesileyle başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Milli Mücadele kahramanlarını, aziz şehitlerimizi ve gazilerimizi, Milli Mücadele’ye emek veren devlet adamları, aydınlar, din adamları, gazeteciler ve diğer herkesi minnet ve rahmetle anıyoruz. Allah rahmet eylesin, mekanları cennet olsun, nur içinde yatsınlar inşallah…"
Haber Merkezi
