İzmir’de iki hafta kaldık. Giderken yol boyu izlenimlerimi yazmıştım. Bu kez, yani dönünce dönüş izlenimlerimi de yazmak iyi olur diye kaleme sarıldım.

İzmir’de çiçekler canlı canlı ve yeşil bir halı üzerinde dikkat çekiyordu yine . Sonbahar yeni yeni kendini göstermekte özellikle çınar ağaçları kurumuş yapraklarını ince bir esintide bile yere doğru uçurmaktaydı. Oysa döndüğümüzde Trakya ve Edirne’de ağaçlarda yaprak bile kalmamıştı. Gerçi havalar nisan mayıs aylarını andırsa da güz de rahat durmamakta.

Neyse 10 Kasım sabahı yola koyulduk. Yollar ve yolcu otobüsleri güven veriyordu doğrusu yolculuğumuz ortalama on saat sürse bile. Pırıl pırıl güneşli bir gündü Zeytinlikler ormanı andırmakta, dağlar tepeler denize doğru uzanmaktaydı. Tablo tablo görüntüler ilgimizi çekmekte ; koylar, girinti ve çıkıntılar ve derler ya ütülü bir çarşaf gibi masmavi bir deniz.

ATA’mızın ölüm yıldönümünde düşmüştük yollara. Saat dokuzu beş geçe Ayvalık’ın oralardaydık. Yol boyunca yarıya indirilmiş bayraklar ATATÜRK sevgisinin birer sembolü gibiydi. Sirenlerin çalmaya başladığı zaman Trafik bir bölümüyle durmuş, sürücüler arabalarından inmiş, hazırolda durmuştu. Hele yolun tam ortasında duran bir özel araba ve sürücüsünün duruşu gözlerimizi yaşartmış, çoklarına örnek olmuştu…

Bir çok yerde ve özellikle okullarda öğrenciler saygı duruşuyla ATA’sını anmış ve günün önemi yansıtılmıştı. Ve yine Anıt kabre ve Dolmabahçe’ye akan insan seli hepimizi gururlandırmış, sevindirmişti.

Atatürk sevgisinin girerek artış göstermesi geleceğin habercisi gibiydi, saygısızlık edenlere rağmen. Bunlar da bence önemli değil, üzerinde durmaya değmez, sanırım.Çünkü O artık halkın yüreğine nakşedilmiş bir lider, önder, kurtarıcı ve kurucu, sömürülen ülkelere örnek olmuş bir kahraman.

Otobüsümüz her zaman olduğu gibi yine yol boyu indirme bindirme yapmış bir çok yere uğramıştı. Daha önce de belirttiği gibi Edremit’ten geçerken bana askerliğimi, Çanakkale’den geçerken de üç yıl yatılı okuduğum yılları anımsatmıştı. Aradan uzun çok uzun yıllar geçse bile bazı yaşantı dilimlerini insan ömür boyu unutamaz. Unutmak istese de unutamaz hem de.

On Kasımları da unutamadığı gibi..

Çanakkale’den sonra hava bulutlanmaya başlamış. Kaz Dağları boydan boya griye dönüştü. Mitolojideki adı İda olan bu dağların başına gelmeyen de kalmadı bilindiği gibi. Oraya girmek niyetinde değilim. O dağlardan görünen deniz manzaraları bile insanı dinlendirip şaşırtıyor.Uygun yerlerde konaklayanlar az değildi zaten. Dinlenip ve atıştırarak izlenen deniz ve orman görüntüleri yeşille mavinin kucaklaşması yeter ve artardı bana kalırsa.

Saat 18’00 gibi Edirne’mize ulaştık. Ve çocukken mırıldandığımız bir söylem ulaştı dilime: Herkes evine/Köylü köyüne/Kimin evi yoksa/Fare deliğine.”

Cumhuriyet Bayramımızdan İki gün önce gitmiştik. On Kasım’da döndük. Gerçekten “Tebdili mekânda ferahlık vardır” deyişinin ne denli önemli olduğunu bir kez daha yaşamış olduk.

Bu arada Cumhuriyet Bayramımız nedeniyle İzmir’de bir caminin minaresine bayrağımız dolanmıştı. Çok hoşuma gitti bu görüntü… Arkası gelir umuduyla…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.