Sabah uykudan kalkınca hemen dışarıya bir göz atarım. Kış mevsiminde olduğumuz için, biraz da “kar” özlemiyle iç içe olur bu bakmalar. Kar, nedendir bilmiyorum yağarken bir ürperti bırakıyor insanın içine sevinçle karışık. İster istemez çocukluğunuzu anımsarsa

k. Kızaklar, kardan adanlar kar topları, buz da kaymalar, dolanıverir aklınızın bir köşesinden. Kızak yollarımız buzlanınca büyüklerin kül döküp, oyunumuzu bozdukları bize göre hoş olmayan anılardandır.

Bir zamanlar büyüklerin bile koca kızaklarla Kıyık’tan aşağılara doğru yarıştıklarını, o zamanları yaşayanlardan dinlemiştim. Yani eski yıllarda büyük kışlar olurdu.

Bu sabah da aynı şeyi yaptım ama kar yine yağmamıştı. Ahmak ıslatan türünden bir yağmur, kuzeye bakan camları boncuklarla süslemişti. Bir kaçı birleşince İri bir damla olarak aşağı doğru kaymakta , sonra da akıp yere doğru yuvarlanmakta.

Bir buzul döneminden söz edilmekte, bir de küresel ısınmadan. Zıt kardeşler gibi görülmekle birlikte ancak ayrıntılara inince bilimin bir kez daha haklı olduğu kanısı ortaya çıkmakta.

Küresel ısınma sonucu iklimlerin değişeceği de var sayılmakta. Ne denli doğru bilmiyorum ama birkaç yıldır öyle büyük kışlar yok.

Baksanıza günlük gazetelerin haberi Bazı yerlerde’ eriklerin çiçeklendiği yazılmış. Çok zamansız bir görüntü değil mi? Öyle ama hava sıcaklıkları mevsim normallerinin üzerinde

seyredince erikler ne yapsın?

Buralarda da olağan dışı oluşumlar var.Japon baharları tomurcuklanma yolunda. Güller hala açmakta. Nergisler ve adını bilemediğim başka çiçekler de.

Bildiğim kadarıyla “Zemheri” günleri geliyor. Yani kışın en sert günleri. Eskilerin deyişiyle en koyu bu günler 70 - 90 arasıymış.

1963 ya da 1964 yıllarında öyle büyük bir kış yaşanmıştı. Bir orman köyünde öğretmenlik yaparken yakalanmış, birinci dönem tatili başlamasına rağmen yerimizden kıpırdayamamıştık.İki haftalık tatilin bir haftasını köyde geçirmiştik. Çünkü tüm yollar kapanmış , kar ve buz kaplamıştı her yanı.

Özellikle o yıllarda kış anıları fazlaca yaşanır, böyle günlerde anı olarak anlatılırdı. Kışa yakalanıp ölenler bile olurdu o yıllarda. Kurtların ve diğer yaban hayvanlarının köylere kadar indiğini duyardık.

O arada gözüm TV’ye kaydı. Baktım laflama kıyamet günüyle ilgili.

Kulak kabarttım bir sürü safsata, bir sürü boş söz.

Aklıma Nasrettin Hoca geldi. Bilirsiniz, Hocaya kıyametin ne zaman kopacağını sormuşlar. Hoca düşünür gibi yapmış ve yanıtı yapıştırmış:

“Valla (demiş), karım ölürse küçük kıyamet, ben ölürsem büyük kıyamet kopar.” Daha mantıklı ve akılcı değil mi sizce?

Bulgaristan’da bir falcı nine 1012’de kıyamet kopacak diye fetva vermiş. Tedirginlik bu yüzdendi o yıllarda.

Oysa böyle şeyleri her zaman duyarız. Hiç biri doğru çıkmadı şimdiye değin. En önemlisi eski takvime göre “1300’de durmam 1400 yüze varmam deyişiydi. Oysa yıllar 1400’ çoktan geçti.

Yani uygarlık ve çağdaşlık ne denli ilerlerse ilerlesin, hurafelere inanmak, yatırlardan medet ummak, inançları sömürmek sanırım hiçbir zaman son bulmayacak.

Demek ki insan olmak, insan gibi yaşamak öyle kolay değil. Hepsi bir yana siz yine de kış ortasında bile olsa baharı yaşamaya çalışın.

SARDUNYALAR DAĞI

Bu şiirin dizeleri kırbaçlanmış

Sardunyalar dağında mito-loji

Cebeciler çıkmazından el sallayan korkuluk

Derebeyler şatosundan selam var yine

İlhan da İlhami de geçmez oldu kapımdan

Sarhoş bir öğle üstü resmileşince

Rüzgar yok ama dallar yine dedikoduda

Bir yaşıma daha girdim ergene savaşında

Bir kaçak saklı on altı kırk beşte

Aşkın sol kuzeyinde süren yaşlanma

N.T

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.