Yaz geldi demeli artık. Ama demek zor. Bu yıl süren yağmurlar iklimi yanar dönere çevirmekte. Yaz gelip de sıcaklar bastırınca akla ilk gelen deniz kıyıları ve yazlıklar.Saros kıyılarında sürüsüne bereket yazlıklar. Bütün kış yalnızca dalgaların ve rüzgarın sesiyle arkadaş.
Yazlığa geçici olarak gidip dönenlere sorduk:”Ne var ne yok oralarda?”
Koca kış, bir çok kıyıdan kumları alıp gitmiş. Seller toprağı yer yer yarmış. Derin girintiler oluşmuş. Abartmak gibi belki ama yerinde bir benzetme: Dalmaçya kıyıları sanki.
Benim sözünü ettiğim Enez- Gülçavuş Kıyıları. Öteleri de öyle mi? Bilmiyorum
Söz döndü dolaştı, sineklere geldi. Bir arkadaş, sivrilerin; o sivrilerin değil, gerçek sivrilerin çok bakımlı ve besili olduğunu söyledi. Ve ne denli semiz olduklarını parmağı ile gösterdi. Yalnız sivriler mi? Karalar da ısırgan mı? Isırgan.. mış.
Bu sinek belası ben bildim bileli hep var. Tüm kurum ve kuruluşların da bu sorundan haberi var. Neden önü alınamıyor, yıllardır ve bir türlü anlayamadım. Çeltik ekiminin mutlaka etkisi var. Kimseye çeltik ekmeyin diyemeyeceğimize göre. Gerekli önlemleri almalarını yasallaştırabiliriz gibi geliyor bana. Sanırım zamanında bu tarlalar ilaçlansa bu tür sorunlar belki de yaşanmayacak.
Ben ve benim gibi çok kişi bazı bölgelerde ısıran uğur böcekleri de gördük .Isırdıklarında insanı yerinden oynatan bu böcekler oldukça da sürülerle buralara gelmekte. Bir de ağustos ayında teşrif eden uçan çekirgeler … İri iri olan ve renkleri göz alıcı bu sürünün sivri sinekleri yiyerek geçindiklerini söylediler. Ne denli doğru, bilemem.
Bazı boş alanlarda otlar, dikenler boy atıp kurumuş. Tam bir vahşi vaha gibi.
Oraların sakinleri ilaçla, sineklikle yok etmeye çalışmalarda, bataklık durdukça baş etmek mümkün değil.
Yazdan, yazlıktan söz açılınca aklıma genç yıllarım gelir. Doğup büyüdüğüm ilçemde (Vize) deniz yoktu, ama denize yakındı. Hangi denize? Karadeniz’e elbet. Kıyıköy, İğneada… İkisi de deniz kıyısında beldelerdi. Genellikle biz ya Panayır İskelesine Ya Çamlıkoy’a( Kastros ya da Kasatura) hafta sonları araba kiralayıp günübirliğine giderdik. Sabah yola çıkar öğle olmadan ulaşır, beş beş buçuktan sonra şarkılar söyleyerek evlerimize dönerdik. Çoğumuzun sırtı yanar, yoğurt sürerek sabahlamaya çalışırdık. Çamlıkoy o zamanlar yeni keşvedilmiş ve bakirdi. Uzun bir kumsal Koca bir orman sonsuza değin akacak olan bir ırmak ve dalgalarıyla ünlü Karadeniz. Öyle aman aman fazla sıcak da olmazdı, oraları. Hala da öyle. Karadeniz’in suyu da serin ve dalgalı olurdu.
Son gittiğimizde ormana ait olan,
Çamlıkoy kıyıları eskisi gibi değildi artık. Bazı tesisler yapılsa da çadır turizmi çokça geçerliydi.Bir işletmeye mi vermişlerdi. Bilmiyorum ama giriş bile paralı olmuştu. Bazı ağaçlar kesilmiş ya da yok olmuş.
Şimdi artık Saros’luyuz. Edirne’de oturduğumuz için oralarıyla içli dışlıyız. Eskiden deniz kıyısında yazlığın olması önemli ve modaydı. Ama şu son yıllarda yayla yaşamı, tarla yaşamı moda olmaya başladı. Gücü yeten kırsala kaçmaya başladı
Yazdan, yazlıktan haberleri dinlediniz! Bu günlük bu kadarla yetinmeliyiz. Sonraki günlerde gündeme neler girer, şimdiden söylemek zor dostum, zor…
Bu kez şiir yerine iki özdeyiş:
“Üzerinde düşünülmeyen hayat, yaşamaya değmez.”
SOKRATES
“Her toplum, kendine layık olan yönetimi başa getirir.”
MONTESGUİER
-Üsmen Ağa hiç denize girdin mi bu sıcklarda:
-Biz denize gitmeyiz bre, deniz bize gelir.
-Nasıl yani?
- Çeltik tarlasına girersen anlarsın patlıcan kaça? Domates çıkmıştı ağaca, biber dersen sarayların bahçelerinde hava atıyor… Büle işte, işte büle!..
