ÖZGÜRLÜK YOLU
Anneannemin saçındaki kırmızı gülü düzelttim. Bir tablonun içindeydik sanki. Renk renk
elbiseler giymiş kadınlar, balonlarla, çeşit çeşit çiçeklerle süslenmiş bisikletler, altın gibi parıldayan
güneş… Süslü Kadınlar Bisiklet Turnuvası’ndayız. Bu turun en yaşlı ve en genç üyeleri biziz
sanırım. Bir de en az süslü kadınları. Buraya geleceğimizi bilmiyorduk çünkü. Yani ben
bilmiyordum.
Yakında üniversite sınavına gireceğim için, robotlara dönmüştüm. Okul, dershane, ev, soru,
doğru, yanlış, test… Annemle babam hava almak için bile dışarı çıkmamı istemiyordu. Ama birkaç
gündür bizde misafir kalan anneannem beni dışarı çıkarmaya kararlıydı. Babama onca dil döküp
yine de izin alamayınca internetten bir bursluluk sınavı bulmuş, izni koparmıştı.
Dışarı çıktığımızda sınava gitmeyeceğimizi söyledi anneannem, sürprizim var, dedi. Boş
gözlerle baktım tatlı “ananeme”. O, hızlı adımlarla bir bisikletçi dükkânına daldı. Az sonra iki
bisikletle dışarı çıktığında, içimdeki heyecan rüzgârını hissediyordum.
“Bunlarla ne yapacağız anneanne?
“Soru yok Selen’ciğim sürpriz…”
Yol boyunca bulabildiğimiz balonları, çiçekleri bisikletlerimize taktık. Boş gezebilmenin
güzelliğiyle uygun adım yürüyorduk. Sonunda turnuvanın yapıldığı alana geldik. Uzun süredir
kendimi bu kadar iyi hissetmemiştim. Ama evdekiler aklıma gelince yüzüme donuk bir ifade
yerleşiyordu. Anneannem bunu sezmiş olmalı ki:
“Sakin ol Selen’im. Bugünlük eğleneceğiz. Annenle babanı düşünme, ben onlarla
konuşurum. Ah o annen, kime çekti bilmiyorum ki? Rahmetli deden de baskıcı bir insan değildi.
Neredeyse seni evden çıkarmadan büyütecekler.” Uzun bir bisiklet turu yaptık. Bisiklet sürerken
hissettiğim özgürlük duygusunu yıllardır hissetmediğimi fark ettim.
Anneannemin kiraladığı bisikletleri geriye götürürken, günün ne güzel geçtiğini düşündüm.
Ama eve dönerken içimi bir huzursuzluk kapladı. Çözülmemiş testler, babamın iğneleyici sözleri
beni bekliyordu. Zaten kapıyı açan annem babamın içeride beni beklediğini söyledi. İstemeye
istemeye salona yöneldim. Babam yüzüme bakmadan “bu saate kadar neredeydin?” diye sordu.
Cevap vermeme fırsat kalmadan anneannem lafa girdi:
“Sınavdan sonra torunumu bir şeyler yemeye götürdüm. Ne var yani?”
Anneannem ve babam tartışmaya başladı. Ben orada öylece dikilip kalmıştım. Onları
salonda bırakıp odama girdim. “Ağlamayacaksın!” dedim kendime. İçimde yükselen duyguyu
bastırarak çalışma masama oturdum. Ders çalışmalıydım! Test kitaplarımın arasına anneannemin
eşyaları karışmıştı. Bir gözlük, kurumaya başlamış bir nergis dalı, Tolstoy’dan Diriliş ve bir tane deTolstoy’dan Diriliş ve bir tane de
kurşun. Kurşunun ne işi vardı ki anneannemde. Hayatımda ilk kez bir kurşuna dokundum. Çok
eskiydi, paslıydı… İçim ürperdi. Bu sırada anneannem içeri girdi. Kurşuna baktığımı görünce
gülümsedi.
“Şaşırdın değil mi? Bu kurşun bana Kurtuluş Savaşı kahramanlarımızdan Halime Çavuş’tan
yadigârdır.”
Gerçekten şaşırmıştım. Halime Çavuş’un adını kitaplardan okumuştum. Ama anneannemin
onu tanıdığını hiç bilmiyordum. Anneannem tatlı bir ses tonuyla devam etti:
“Biliyorsun ben Kastamonu’nun Duruçay köyünde büyüdüm Selen’im. Bizim evin az
ilerisindeki evde Halime Çavuş’la oğlu Sadık yaşardı. Küçüktüm ama Halime Çavuş’un
gözlerindeki o ışığı çocuk aklımla anlardım. Halime Çavuş ailesinin tüm engellemelerine rağmen
erkek kılığında Kurtuluş Savaşı’na katılmış, bugünkü özgürlüğümüze bir tuğla da o koymuştu.
Vatanın bağımsızlığı için canını hiçe sayan, bağımlılığı, bağnazlığı kabul etmeyen kadınlarımızdan
biriydi. Erkek kardeşi ölünce onun oğlunu evlat edinmişti. Hayatının son altı senesinde yatalaktı.
Yine de gördüğüm en güçlü insandı. Atatürk’ün Türk kadınına verdiği hakları sık sık hatırlatırdı
bize. Onun sözlerini dinleyerek öğretmen oldum ben de. Otuz yıl severek yaptım mesleğimi.”
Kurşuna tekrar baktım. Kurşun, yalnız Halime Çavuş’tan değil Kurtuluş Savaşı’nda kan
dökmüş tüm insanlarımızdan yadigârdı. Bir ulusun bağımsızlığı kişinin kendi bağımsızlığı demekti aynı zamanda. Anlıyordum, her insan Halime Çavuş gibi başını dik tutup kendi kararlarını kendisi vermeliydi.
Anneannemle uzun süre konuşmadan oturduk. Susarak da konuşulurmuş, o gün bunu
anladım. Birkaç hafta sonra anneannem İstanbul’a evine döndü. Benim beş seçenekten oluşan
günlerim yeniden başladı. Ne istediğimi bile unutmuştum. Mevsimlerin değiştiğini bile fark
etmiyordum.
Kavurucu bir temmuz günü sınav sonuçlarımız geldi. Annemle babam oturup tercihlerim
hakkında konuşmaya başladı. Bana soran yoktu. Arada yanlarına gidip düşüncemi söylemeye
çalıştım. Olmadı. Konuşmalarımız kavgaya dönmeye başladı. Günlerce sürdü bu kavgalar.
Ağlayarak kendimi odama attığım bir gün çekmecemde onu buldum. Demek anneannem
götürmemişti kurşunu. Gözlerimi sildim. Bunu şimdi yapmazsam bir daha yapamazdım. Ertesi sabah evden çıkmadan penceremden bahçeye baktım. İçimi bir ürperti kapladı.
Çantama birkaç parça giysi koydum. En sevdiğim kitabım Jane Eyre’ı ve paslı kurşunu da
eşyalarımın arasına yerleştirdim. Ürpertim dağıldı. Hangi kitaptan aklımda kalmıştı bilmiyorum
ama “Gidilmeye değer yolların kestirmesi yoktur,” sözünü hatırlattım kendime. Özgürlüğe gidenyol da çok kolay olmayacaktı, biliyordum. İstanbul’a her saat başı otobüs vardı. Kapıyı çektim, otogarın yolunu tuttu.
IRMAK DERTSİZ
SÜLEYMAN DEMİREL ANADOLU LİSESİ
9/D 888
