Konu başlıkları hoşunuza gitti mi bilemem. “Canlı Para” dan etkilenerek ben de konu başlıklarını biraz saçma da olsa saptadım. Şıklarım yok, soru da sormayacağım “biz size”…
Bir milyonun cazibesine kapılan vatandaşlar soluğu orada alırken eli boş dönenler de az değil.
Hepsinden önce şu “Canlı Para” deyişini anlamış değilim. Yani elin dokunursa canlı, dokunmazsa cansız mı oluyor paralar? Örneğin, benim cebimdeki paralar , bankalardaki banknotlar canlı mı cansız mı? Ben diyorum ki canlı ya da cansız; cebimde para olsun yalnız.
Daha önceleri “kara para” duyardık. O yakıştırmaya da bir türlü akıl erdirememiştim. Ne oldu o kara paralar şimdi? Beyaza mı döndü,aklandı mı?
Son zamanlarda bir de “ıslak imza” deyişi sarmıştı ortalığı. İmzanın ıslağı da nasıl olurmuş; anlayamadım gitti. Hala anlamış da değilim.
Yalnız bunlar değil, anlamadığım o denli çok şey var ki!...
Bunlardan biri de nükleer santralar ve radyasyon.
Kaç yıl önceydi. Bir gece yarısı (12 suları) bir anons; hem zamanlama olarak, hem de anlayamadığımız deyişler..
O aralar Çernobil patlamış, radyasyon yayılmıştı. Bu gazın olumsuz etkileri tehlikeli boyutlarda ve uzun ömürlü olduğunu işte o zaman öğrenmişti. Bizi de yalayarak geçen radyasyonlu asit yağmurları Karadeniz bölgesini daha çok etkilemiş ve dağılıp kaybolmuştu. Radyasyonun toprakta bile en az 70 yıl yaşayabileceği söylenmiştir.
Japonya’nın şu anda etkilendiği üçüncü tehlike nükleer patlama ve radyasyon yayılması.Kısmen yayılmış ama daha uzun boylu patlamalar bekleniyormuş! Bu; dünya’nın sonu, aylık bitti henüz ayın onu anlamına gelir, kanımca!
Cumhuriyet Gazetesi’nin köşe yazarlarından Serdar Kızık “Mavi Sürgün” köşesinde bu konuya yaklaşmış:
“Santralın dış güvenlik kabuğunun patlamasına ramak kala, başka çare olmadığından dışarıya plütonyum saçıldı. Fukuşima’nın Çernobil gibi patlamasındansa tehlikeyi “düdüklü tencere yöntemiyle havaya sızdırdılar
Ne oldu?
Binlerce kilometre ötede İzlanda sahillerine, Kuzey Amerika’ya, Kuzey Avrupa’ya taşınan, Türkiye’ye ulaşan radyasyon bulutları…
…
Bize gelince, olan bitenden ders çıkarmama, dayatma,vurdumduymaz bir tavır ve “Bize bir şey olmaz “ anlayışı…
Bu saptamalardan sonra doğrusu söylenecek bir şey kalmıyor. Daha doğrusu, ilgililer ve yetkililer devreye girmeli, gereği yapılmalı.
Gerçi seçim arefesinde bunlar kimin aklına gelir bilemem. Şu anda bir çok partinin aklında “İktidara biz gelsek!..” rüyası. Minik ve
Tek kişilik partiler bile bu konuda havanda su dövüyor. Bu nedenle mi dünya suları azalıyor? Kimbilir!...
Bir şiirle bu söyleşiyi bitirelim. En iyisi belki de en doğrusu bu olmalı.
ÜŞÜTÜK YAZ
Lav dağın en yakınında
Bir korku imparatorluğu yüreğim
Kurşun sesine yağmur titrer
Tuzakları hırçın
Kehribar soylu ilk gülüşün
Kuşkusu uzak yakın
Ebruli çeyizlerde gülibrişim nakışlar
Kışı anlamaya el-ayak Istıranca esini
Sıraya girince poyraz
Üşür kar teri
Ve üzgün bir soruya az önce
Çok sonrayı susturan
Üşütük yaz önleri
N.TEZCAN