Edirne bu açıdan şanslı. Selimiye ve diğer tarihi yerleri görmeye gelenlerin sayısı ve süresi artar. İnanç turları yoğunlaşır. Ciğer ve ızgara kokuları ortalığı sarar hele, iftar vakti.

Ramazan fıkralarıyla, mahyasıyla, iftar ve sahur sofralarıyla, teravih namazıyla ve davulcusuyla yıllardır sürmekte ve bir geleneğe dönmüş durumda… Küçük yerleşim birimlerinde

Önceki yıllarda bende fıkralar bulmuş ve okuyucuyla paylaşmak istemiştim. Bu kez çocukluk yıllarımdan artakalan çizgilerle bir şeyler döktüreyim istedim.

Ramazandan bir gün önce yani, arefe günü mahalle davulcumuz çıkıp sakak sokak gezerek çocuklara “yarın ramazan”diye bağırtırdı.

İftar vakti tüm aile toplanır, sofrada davulun sesini beklerdi ya da minarenin ışıklarının yanıp yanmadığı gözetlenirdi. Biz çocuklar oruçlu olduğumuz günlerde ceplerimizi yaş ve kuru yemişlerle doldurup davulcunun yanına; Çömlek Tepe’ye çıkardık. Minarenin ışıkları yandığında dalcu dan… dan… diye başlar bizler de ceplerimizde ne varsa yemeğe başlardık.

Çocuklar oruç tutmaz derdi büyükler. Tutmak isteyenlere de yarım gün, yani öğleye kadar tutmaları önerilirdi. Çocukluk işte, özenirdik.

Yada ay boyunca üç gün tutup (1. Gün , yarısında , bir de son gün) üçün sonuna bir sıfır ekleyerek 30 olur derlerdi.

Oruçlu olduğunu unutup, bir şryler yer ya da içersen, oruç bozulmaz denirdi. Çok acıkıp bir şeyler atıştırınca bu saptamaya sığınırdık.

Aaaa unuttum!..

Mahallemizim davul çalışı ritimliydi. Öyle çalardı; öyle dan dun dan dun değil.

Sahurda uyanamayanlar ya da zor uyananlar durumu davulcuya söyler, davulcu onların evinin önünden geşüçerken özel bir şovla onlara yardımcı olurdu.

Büyükler yine davulcunun uyarısıyla sahura kalkar, karınlarını doyururlardı. Genellikle biz çocukları kaldırmazlardı.

Ben, uyanırsam eğer, onların duyacakları gibi ağlamaya başlardım. Kıyamazlar, seslenirler, ben de kalkar sofraya dahil olurdum.

Oruçlar bozulup, karınlar doyurulduktan bir süre sonra camiye teravih namazına gidilirdi. O zamanlar namaza giden kadınlar da vardı.

Bazan üç-beş çocuk da giderdik. Kıkır kıkır gülmeye başlayınca , bizi ya uyarırlar ya da camiden çıkarırlardı.

Uzun günler,geçmek bilmezdi. Özellikle susuzluktan dudaklarımız çatlar, ağzımız kururdu.

Yine de bu bir ay, çabucak geçerdi.

Bayram arefesinde evler, bahçeler, kapı önleri tertemiz edilerek karşılanırdı bayram. Yeni bir şeyler alınmışsa onlarla yatar öyle uyurduk.

Bayram sabahı herkes erkenden uyanır, büyüklerin bayram namazından dönmeleri beklenirdi. Cami önünde çıkmalarını beklediğimiz de olurdu.

Sonra bayram yemeği ve el öpmeler…

Ceplerimiz ıvır zıvırla dolar, her yanımız şekerlenirdi.

Davulcunun bayram gezmeleri başka türlü olurdu. Hem davulunu çalar, hem de maniler söylerdi. O manilerden biri bugün bile aklımda:

 “Davulumun ipi gaytan/Sırtımda kalmadı mintan/Verin beyler bahşişimi/ Alayım sırtıma mintan

Her günümüzün bayramlar gibi yaşanması dileğiyle…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.