Kızım Özlem Tezcan Dertsiz’den bir öykü:

Kayra, o zeytin ağacının dallarını kırmasaydı, ben de onları ateşin ortasına atıp canlı canlı yanmalarını  seyretmeseydim bütün bunlar olmayacaktı. “Hayatımın en kötü o beş günü” diye yazmayacaktım günlüğüme. Ama yazdım. Hem de çoğunu neredeyse uykusuz geçirdiğim kısa bir tatilin hiç olmamış olmasını dileyerek yazdım. Korkunçtu.

Dedemin yayladaki evine tatillerde yaptığımız geleneksel ziyarete bu yıl amcamlar da katıldı. Çok sevindim, çünkü sıkılmayacaktım. Kayra, amcamın oğlu…İkimiz aynı yaştaydık ve ben her zaman onunla çok eğleniyordum.

Dedem, bizi kalabalık görünce daha da çok sevindi. Babaannemin ölümünden sonra o kadar yalvarmamıza rağmen, bizimle yaşamaya ikna edememiştik onu. Bizimle evet, ama kocaman bir şehrin kalabalığında, topraksız sokaklarında yaşayamayacağını söyledi. Hasta olurdu. Kendine bakabilecek durumdayken en azından köyünde kalmalıydı. Bu ağaçlar, bu toprak, bu dereler olmadan nefes alamazdı. Hepsini tek tek anlattı babama. Biz de anlayışla karşıladık ve her yaz babamın izinlerinde onun yanında olmaya söz verdik. Onun ağaçlarını, toprağını, derelerini bir süre birlikte yaşayabilmek benim için en güzel tatil olacaktı. Daha ne olsun. Mutluydum. Biz Kayra’yla bu yaz çok mutluyduk. Ama en mutlumuz dedemdi.

Kayra’ya söyledim. “Kırmasana ağacın dallarını” dedim. Dinlemedi. Bir an önce kamp ateşimizi yakmalıymışız, dedemin o muhteşem hikayelerini dinlemeliymişiz. Vakit kaybetmeye gerek yokmuş. Hayatımız boyunca aklımızdan çıkmayacak bir hikayemizin başladığını nereden bilelim? Hem ne hikaye!

O akşam zar zor ikna edip annelerimizi, evin önünde hep istediğimiz kamp ateşini yakmak için dedemle konuştuk. Onun bize anlatacağı bir sürü hikayesi vardı ve filmlerdeki gibi olsun istiyorduk. Gece karanlığında, kocaman bir ateşin etrafında. Tatilin en güzel vakti bu olacaktı.

Dedem, hazırlıkları yapmamız için ikimize bahçeden kurumuş ve yere düşmüş ağaç dallarını toplama görevini verdi. Hepsini gösterdiği boş alana yakılacak şekilde yığacaktık. Topladık. Çok büyüktü dedemin bahçesi. Zeytin, kayısı, armut…Kucakladığımız kuru dalları dedemin gösterdiği yere hazırladık. Bana göre yeterliydi, ama Kayra, hayalini kurduğu o kocaman ateş için yetmeyeceğini söyledi. Son kez dal aramaya bahçeye daldık. Bütün kuru dalları toplamıştık. Kayra’yı zeytin ağaçlarından birinin dallarını kırarken görünce ne yaptığını sordum. Ne olacaktı?. Kuru dalların arasına saklayıverirdik, kimse fark etmeden yanar giderlerdi. Kimse anlamazdı, onu mu takip edeceklerdi?. Önemli olan yakacağımız ateşti ve olabildiği kadar büyük olmalıydı. İtiraz edecek gibi olsam da kırkta yılda bir gönlümüzce bir akşam geçirmenin hakkımız olduğunu düşünerek vazgeçtim. Hem ne olacaktı birkaç koparılmış daldan?

Keşke vazgeçmeseydim. Keşke Kayra’yı da vazgeçirseydim. Nerden bileyim?

Kuru dalların arasına karışmış taze zeytin dalları da çatır çatır yandı. Ateşimiz ve dedemin hikayeleri muhteşemdi. Çok eğlendik.

Sabah, Kayra’nın beni uyandırdığı zaman gözlerindeki dehşeti görmeseydim, hayatımın en güzel gecesi olarak kalacaktı dedemin hikaye vakti. Yüzü bembeyazdı Kayra’nın. Ne olduğunu sordum, nefes alamıyor, konuşamıyordu. Yatağımın kenarına oturttum. Sakinleştirmeye çalıştım. Ne olmuştu ki? Neden bu kadar korkmuştu? Yavaş yavaş anlattı. Sanki biri duymasın diye bir de kısık sesle...

Sabah herkesten önce kalkmış, bahçeye dolaşmaya çıkmıştı. Hala dumanları tüten ateşin yanına gitmiş, işte o zaman görmüştü her şeyi. Simsiyah olmuş odunların arasından bir çift göz ona bakıyordu. Bildiğin bir çift göz…Kirpikleri olan, kıpırdayan bir çift göz. Önce korkmamıştı, göz yanılması falan diye bulduğu yanmamış bir dal parçasını uzatıp sönmüş ateşi karıştırınca odunların arasından çığlıklar yükselmiş, gözün birinin içinden çıkan yanmış el  uzanıp koluna yapışmış, onu kendine doğru kuvvetlice çekmeye başlamıştı. Nasıl silkelenip kurtulduysa artık koşa koşa benim yanıma gelmişti. Herkes uykudaydı, çok korkmuştu.

Ne diyeceğimi bilemedim. O kadar çok titriyordu ki yatak sallanıyordu. Sanırım gece dedemin anlattığı hikayelerin etkisinde kalmıştı. Dedem, korkulu rüyalarını da anlatmıştı çünkü biz isteyince. Bir de çocukken arkadaşlarıyla birbirlerine anlattıkları karanlık hikayeleri.

Kayra elimden tuttu, beni kaldırdı. Onunla bahçeye inmemi istiyordu anlaşılan. Gidersem, hikayelerin içinden çıkıp rahatlayacağını düşündüm. Ama hiçbir şey yoktu.

Ne anlattığı gözler ne de dalla karıştırdığında duyduğu çığlıklar. Elime aldığım dalı yere bıraktım. “Ama” dedi Kayra, “Vardı…Gördüm…duydum…”. Ona sadece etrafta kimse olmadığı için tedirgin olduğunu ve gece dedemin anlattığı hikayelerden etkilendiğini söyledim.

Ertesi sabah erkenden uyanmıştım. Hava o kadar güzeldi ki çıkıp biraz bahçede dolaşmak ve yaprak koleksiyonum için bir şeyler aramak istedim. Dedemin bahçesi bunun için bulunmaz bir nimetti. Kayra’nın dallarını kırdığı zeytin ağacının yanına gelene kadar elimde bir sürü değişik yaprak birikmişti. Yeşil, sarı, turuncu…

“Bana bak”

Anlamadım önce.

“Bana bak”

Kim sesleniyordu?

Kayra mı?

Kafamı çevirdiğimde zeytin ağacının gövdesindeki kocaman iki oyuğu gördüm. Kocaman iki göz gibi. Şaşırmıştım. Daha önce bu oyuklar yoktu.

“Gözlerim hep üzerinizde olacak. Nereye giderseniz gidin”

Ses ağaçtan geliyordu. Korkudan olduğum yerde kalakaldım. Topladığım yapraklar elimden düştü. Ağaç, konuşuyordu. Kayra’nın kırdığı dalların yerinden kanlar akıyordu. Kanları içine çeken toprak ağacın köklerine doğru uzanıyor, kökler hepsini içine çekiyor, ağacın gövdesi büyük bir gürültüyle kökte toplanan kanı içiyordu. Kan kırık dallara gelince içinden çıkan küçük küçük şekilsiz yaratıklar oradaki boşlukları kapatmaya çalışıyorlardı. Toprak da ağacın gövdesi ve dalları da saydamlaşmıştı. Hepsini görüyordum. Gözlerime inanamadım. Gerçek miydi, uyuyor muydum ben hala? Tek bildiğim korkudan ne bir adım ileri ne de geri gidemeyişimdi. Olduğum yere çakılmıştım.

Ağacın kırık dallarından alevler çıkmaya başladı. Gövdesindeki oyuklardan birinden çıkan kurumuş ve simsiyah bir el koluma yapıştı. Beni kendine doğru çekiyordu. Alevler bütün ağacı sarmıştı. Yanacaktım. Kol o kadar kuvvetliydi ki direnmem boşunaydı. Bağırıyordum ama ağaçtan yükselen çığlıklar benim sesimi bastırıyordu. Son bir hamleyle ağacın elinden kurtuldum ve koşarak eve geldim.

Kayra uyanmıştı. Olanları anlattığımda kendi başına da geldiği için bana inanmıştı. Yeniden ağacın yanına gitmek istemedim ama, beni ikna etti. Görmeli, neler olduğunu anlamalıydık.

Kayra’nın sönmüş ateşte gördüklerini o sabah bana anlattığı gibi her şey yok olmuştu. Zeytin ağacı kırılmış dallarıyla yerinde duruyordu. Ne gövdesindeki iki göz oyuğu, ne dallarındaki alevler, ne toprağa akan kan…Hiç bir şey yoktu. Gördüklerimiz kabus olsa Kayra gözlerini, ben de oyuntularını görmezdik herhalde. Ya da aynı el kolumuzdan tutup bizi kendine çekmezdi. Neydi peki bu olanlar?

 “Vicdan” dedi dedem olanları ona anlatınca. İnsanın içinde, çok derinlerinde bir yerlerde, farklı farklı düşlerle-ki çoğunlukla gerçeklerle karışırmış bu düşler- ortaya çıkıverirmiş. Ama eğer varsa…Kayra da ben de bizde olduğu için çok şanslıymışız. Aslında çok iyi çocuklarmışız. O gözler zeytin ağacını değil, bizim gözlerimizmiş. Yaptığımız yanlışları kendimiz görebilelim diye. O zeytinin gövdesindeki oyuklar kendi içimizdeki boşluklarmış. Orayı doldurmayı kendimiz öğrenelim diye. “Peki, kırık dallarından akan kan, hani gövdesinin topraktan emdiği?”…”Kalbiniz” dedi dedem. “İnsan kendi bozduğunu kendi tamir edebilir kalbinde. Doğrularınızla kendinizi diriltebilirsiniz ancak. Doğru ve iyi olan neyse, onunla varolursunuz. Yeter ki isteyin.”

Dedemin bize anlattıkları gerçek miydi, duyduğu bir masalın sonu muydu, ya da öyle mi olsun istemişti, biz bunları gerçekten de görmüş müydük, tam olarak hiç bilemedim. Bildiğim tek şey, yaşadığımız bu hikayenin sonunda dedemin söyledikleriydi ve onlar da çok güzeldi. Vicdan her insanda vardı ve bazen onu kaybetmeye çok yakınken çeşitli kılıklarda içimizden çıkıp önümüze dikiliveriyordu. Bize de dallarını kırıp ateşe attığımız güzelim bir zeytin ağacı olarak gelmişti. İyi ki gelmişti. Hiç unutmadım.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.