GÜNCEL SANAT DERGİSİ-S:86

BU ADAM BENİM BABAM….

Bir şarkının ilk dizesiyle başladım şu Babalar Günü’nde. Her yıl haziran ayının üçüncü Pazar Günü,

A neler gibi babalar da anımsanır bu gün de.

Bir çekirdek ailenin anneden sonra en önemli kişi babadır. Evin güvenirliliği, korunması babadır baba.

ABD İç savaşından gazinin kızı olan Somora Smart Anneler günü gibi babalar günü de olmasını düşünür hep.

Dod’un babası annelerinin yokluğunda altı çocuğunu bakmış, büyütmüş olağanüstü bir insan.

Bu düşünce kabul görmeye ve yayılmaya başlar.

Ve babalar günü ilk kez 19 Haziran 1924’te ufak ufak kutlanmaya başlar. Zamanı ABD Başkanı Colvin Coolin’de kutlamayı benimser ve destekler.

Daha sonra gelişir ve yaygınlaşır. Ve Haziranın son pazar günü kabul edilip resmileşir. Ve zamanla tüm Dünya’ca benimsenir

Ünlü Ozanımız Can Yücel der ki:

Hayatta ben en çok babamı sevdim.

Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk.

Çırpı bacaklarıyla, ha düştü, ha düşecek

Nasıl koşarsa ardından bir devin

O çapkın babamı ben öyle sevdim.

---------------------------------------------------

Benim Babam(Muharrem)

Babamlar dört kardeşmiş, memlekette. Göç etmeden önce, onların babaları da değirmenci imiş. Bir gün biri cenazesi olduğunu söyleyerek kendisini çağırır. Acele olmasını ister. Dede çok işi olduğunu, gelemeyeceğini söyler. Aralarında çıkan tartışma, dedenin ölümüyle son bulur. Dede aynı zamanda cami hocasıdır. Kardeşlerden biri de kaçmak zorunda kalır. ABD’ye gittiği sanılır.

Kaçmak zorunda kalanın peşine düşerler. Eve baskınlar başlar. Bir süre saklanır. O da memleketini terk etmek zorunda kalır,

Uzunca bir süre sonra aranır, ama bulunamaz.

Kalanlar da çok sıkıntılar yaşar. Onlar da Ana vatana göç ederler. Ve çok sıkıntılı yolculuk başlar. Mübadele yıllarıdır zaten. Bir gemiyle yolculuk başlar. İçleri dışlarına çıkar. Üç Ay kadar sürer bu yolculuk. Kesriye ilçesi. Galaşta Köyünden Maraş’ın bir köyüne iskan edilirler.

Köyün yerlileri bunları iyi karşılamaz. Gavuristan’dan geldikleri için, selam bile vermezler. O günlerde kolera salgını vardır. Günde iki-üç cenaze kaldırılır. Bizimkiler uyum sağlayamaz. O günlerde Vize’ye göç eden bir komşuları onları Vize’ye çağırır. Burası çok güzel , memlekete benzer… diyerek mektup yazar.

Önce Adana’ya sonra İzmir ve Konya’ya uğrayarak Vize’yi bulurlar. Uğradıkları yerlerde tanıdıkları, akrabaları vardır. İzmir’de bir otel alabileceklerine rağmen orada da kalmazlar. Ve Vize’de alırlar soluğu…

İlk günler, çifçilik yaparlar . Arabacılıkta gerektiğinde yapılır. O zamanlar doğru dürüst yol yok. Otolar henüz gündem de değil. Taşımacılık at arabalarıyla yapılmakta. Bu işi 2 numara olan Faik amca yapar.

Bir kış günü Demirköy’e yolcu çıkar. Demirköy’e yaklaştıkça yükseklik ve orman başlar. Çok soğuk ve kar olur bu ilçede. Neyse, sağ-salim İlçeye ulaşılır. Yolcular bırakılır. Ve yine arabayla geri dönüş başlar. İlçeden çıkar çıkmaz fırtına ve kar başlar. Yani tipi. Amca yoluna devam eder. Zar-zor İslam köye ulaşır. Donmak üzereyken köylüler yardımcı olur. Bir kahveye taşınarak ve donmuş yerleri ovuşturularak kendine gelir. Ancak ciğerlerini üşütmüştür. Yıllar sonra bu hastalıktan hayatını kaybeder.

Vize’ye ulaştıklarında o zaman ki adı, Seyitkasım Mahallesine(Gazi mah.) yerleşirler. Vize’liler o mahalleye Karşı ah. Derlerdi. İki handan biri aileye verilir.

Bilindiği gibi o yıllarda özellikle köylerden iş için, Arabalar ve binek hayvanlarla pazara gelip günübirlik dönerler. Ya da hanlarda konaklarlar. Hanlarda arabalar için boş bir alan ve hayvanlar için ahırlar olurdu. Üst katta otel, altta bir de kahvehane olurdu.

Bir cadde üzerinde olan çarşının en önemli yerindeydi han. Pek görkemli değildi ama iş görüyordu.

Ayrıca bir dükkan, bir samanlık, merdiven altında bir fotoğrafçı, kahvenin en iyi köşesinde bir berber. Ön tarafta bir leblebici, bir bileyci olurdu.

Hanın tam karşısında hükümet konağı yer alıyordu. Çay ve kahve gereksinimleri bizim kahveden karşılanmaktaydı….

Bu konuda yeğenim Levent Çolak’ın edindiği bilgiler:

Bilgisarayar’dan göçmen kayıtlarından elde ettiğim bilgiler:

Hafız Bekir oğlu Recep, muharrem, fayık ve anneleri Esma 1924 yılı mübadelesinde Gülcemal vapuru ile Türkiye’ye geldiler. Geldikleri yer, Osmanlı kayıtlarında şöyle gösteriliyor. Manastır ili, Florina sancağı Kesrie kazası Galişta öyü. Yeni Türkiye Cumhuriyeti devleti Cumhuriyeti onları Kahraman maraşta ismini bilmediğimiz bir yerde iskan ediyor. Ancak oranın halkı bu göçmenleri, Türk ve Müslüman olarak görmüyor. Yunanistan’da pis Türk olan zavallılar, türk vatanında gavur oluyorlar. Bu muamelelere razı olmayan Recep, Vize’deki tanıdıklarıyla mektuplaşarak, oradaki devletin verdiği malları satar, kardeşlerine ve annesine sahip çıkıp onları Vize’ye getirir. Sonra hancılık başlar. Daha da eskilere gidersek dedemden dinlediğimiz kadarıyla Balkan’lara Fatih Sultan Mehmet zamanında, Konya-Karaman’dan göçtüğümüzdür…

Babam sessiz sakin, evine çocuklarına düşkün, çalışkan bir insandı. Sabah erkenden hana gider, gece yarıları dönerdi. Bazan eve erken gelince çok sevinirdik.Bizimle ilgilenirdi, karınca,kaderince…

--------------------------------------------------------------------------------------------

KUŞLARSIZ

Kuşlarsız kaldı yüreğimin köyleri

Son yürüyüşün en güzel insanı

Yalnızlıkların son ateşine en yakınken

Ağlayışı nihavent güz gülüşlerinin

Kavuniçi mevsimlerin imzaladık altını

Bir şiire dizeler yamalarken yakalandık

Öz geçmişimde bulut mu ağlar gök

Tazeliğini kekik kokusuyla tazeleyen tez

Yeşile türbelendik çöl/yaz fırınlarında

Güle özlem göz-yaşlarım güz-yaşlarım

(Ardışkuşu Dergisi-Necdet Tezcan)

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.