Çorlu ilçesinde 9 Temmuzda meydana gelen 25 insanımızın ölümüne, 337 kişinin yaralanmasına neden olan tren kazasından bugün söz eden yok, adeta  unutturulmak isteniyor, tıpkı diğer kazalar gibi.

Bu elim kazada   yaşamını yitiren ve  ömür boyu sakat olarak yaşamak zorunda kalan bu insanların  devlet kuruluşunun ihmali sonucu meydana gelen bu kazadan sonra geride kalanların  bir yasal  hakları yok mu?

 Bu tren kazasında  insanlar hiç yoluna mı canından oldular.

 Güvenli bir devlet kuruluşu  DDY’da en güvenli seyahat vasıtası olan tren yolculuğunda  insanlarımız  böyle bir kaza ile karşılaştı.

Bu tren kazası adeta  göstere göstere gelen bir kaza oldu. Tren raylarının altı sel suları nedeniyle boşalmış bundan kimsenin haberi yok. Sonunda malum kaza ve yüzlerce aile bu kaza sonucu gözyaşına boğuldu.

Siyasi partilerimiz ,milletvekillerimiz, demokratik kuruluşlarımız bu elim kazayı gündemde tutmalı.” Ateş düştüğü yeri yakar” misali  bu kaza da  kazayı uğrayanların acılarıyla unutulup gitmesin.

Bu insanlarımızın tren  kazası nedeniyle yasal hakları olmalı. Bu takip edilmeli.

 Bugün onların başına gelen bu tür kazalar yarın bir başka vatandaşımızın başına gelebilir.Bizim ülkemizde kaza ile ölümlerin eceli ile ölümlerden hiç farkı yok.

KAĞIT FABRİKALARIMIZ BABALAR GİBİ SATILDI

Bir zamanlar kırtasiye ihtiyaçlarının  büyük bölümünü karşılayan  devletimizin  de malı olan kağıt fabrikalarımız daha önceleri  özelleştirme adı altında satıldı, Bu satışlarla resmen peşkeş  çekildi. O zaman bu satışlara karşı olanlara iktidar sahipleri bu kuruluşları “babalar gibi satıyoruz” yanıtını verdi.

Kağıt fabrikalarının yerinde bugün TOKi evleri yükseliyor.

O zaman bir avuç vatansever insan kağıt fabrikaları satılırken” Bu devletimizin ortak malıdır onları satamazsınız” dediğinde kendilerinden başka bu satışa  karşı çıkan olmadı. Diğer kurumlarda çalışanlar bu satışlara ilgisiz kaldı. O dönem de döviz artışı  nedeniyle  bugün olduğu gibi yine kağıt bunalımı olmuştu. Devletin kağıt fabrikaları düşük fiyatla kağıt ihtiyacı olan kurumlara ihtiyacı kadar kağıt sağladı.Ülkede bugünkü gibi   kağıt sıkıntısı yaşanmadı.

 Son  günlerde artış gösteren dolar en çok mahalli gazetelerimizi küçük çaplı matbaaları ve kırtasiyeci ile kitapçılarımızı vurdu.

Kağıda gelen yüzde yüz zam kağıt mamullerini de etkiledi. Onlar da   büyük oranda zam gördü.

Bugüne kadar  on liraya alınan bir kitap ardı arda gelen zamlar nedeniyle  yüzde yüze yakın zamlanacak. Zaten okuması kıt bir ülkeyiz.

Bu zamlardan sonra gazete ve kitapların da zamlanmasıyla okuyucu kitlesi daha da azalacak.

Bu arada Hitler döneminde yaşanan bir olayı anımsatmak isterim. ---Hitler faşizminin yoğun olduğu dönemde rejim bekçileri  ülkede faşizme karşı çıkanlardan ilk olarak komünistleri topluyor.

Bu durumu gören bir papaz” Bana ne ben komünist dğilim” diye  olanları dikkate almıyor.

Daha sonra operasyon solculara ,sosyal demokratlara geliyor. papaz yine olanları sessiz kalıyor  “ben onlardan değilim ne olursa olsun” diyor.

Daha sonra  ülkedeki liberaller gözaltına alınıyor.

 Papaz bunu da önemsemiyor.  Son olarak sıra kendine geldiğinde arkasında kendine destek verecek kimse kalmıyor.

Kıssadan hisse bunu günümüz olaylarına yorumlayabiliriz.

 Ülkenin ortak değerlerini “ babalar Gibi satarım” diye övünenler ve onun devamı  politikayı izleyenler acaba bu açmaz karşısında ne düşünüyor.?

Limanları, devletin ortak malları. stratejik tesisleri, madenleri bankaları, tarlaları satılan tarım ürünlerinin tamamı  ithal edilecek duruma gelen  bir ülke nasıl kalkınacak?

Şimdi borçları kapatmak için dış kaynaklardan  borç almaya çalışıyoruz.

Rahmetli Atatürk sağ olup bugünleri görse acaba ne derdi “ ben size bu ülkeyi bu duruma getiresiniz diye mi teslim etti” diye hayıflanmaz mıydı.?

 Şaka bir yana, bugün  el ele verip topyekun  mille seferberlik, ülke kaynaklarını koruma konusunda elbirliği yapmak zorundayız.

   Küçük hesaplar, siyasi beklentiler bir kenara bırakılıp milli bütünlüğümüzün zarar görmemesi için  bir ve bütün olmalıyız.

Yoksa gidiş iyiye gidiş değil.

Siz bakmayın televizyonlarda ekonomi konusunda  pembe tablo çizenlere.

Onlar da bu söylediklerinin doğru olmadığına inanıyor.

Sadece taraftarlarını mutlu etmek için “ memleketin durumu , ekonomisi iyi yolda ” havası yaratılmak isteniyor” Unutmayalım ki  kötünün iyisi iyinin kötüsü  olmaz.

 Çarşı pazara çıkın fiyatların ne kadar barklandığını iğneden ipliği zam geldiğini  görürsünüz.

Döviz artışını fırsat bilenler ürettikleri malın dövizle alakası olmasa da fırsat budur diye sattığı mallara zam yapıyor. Kitapevlerini , kırtasiyecileri dolaştım hepsi zamlardan yakınıyor.

Haydi diyelim onlar pahalı alıp pahalı satacaklar.

Peki  bu ürünlerin alıcısı olan halkımız ne yapsın.

  Dolar artışı dikkate alınarak hiçbir emekli ve çalışan aldığı maaş ve ücreti zamlı olarak almadı.

Bu fiyat artışlarından sonra kış aylarında dar gelirli  halkı büyük zorluklar bekliyor.

Bir süre önce elektriğe ve doğalgaza yapılan yüksek oranda zam, akaryakıt fiyatlarının o oranda zamlanması  sabit ve dar gelirlilere kışı zehir edecek.

Onun için ayağımızı yorganımıza göre uzatmaya gerek görmezsek işimiz çok zor.

1- EYLÜL  DÜNYA BARIŞ GÜNÜ

Her yıl ülkemizde ve KTTC’de 1- Eylülde  Dünya  Barış günü kutlanıyor 1- Eylül tarihinde kutlanan “Dünya Barış Günü” 2. Dünya Savaşı’nın başlama tarihi ve BM buna yönelik olarak aldığı bir kararla bağlantılı.

Takvimler 1 Eylül 1939’u gösterirken Naziler Polonya’yı işgal etti ve bu işgal 2. Dünya Savaşı’nın da başlangıcı oldu.

İnsanlık tarihinin en kanlı savaşlarından biri olan on milyonlarca insanın yaşamını yitirdiği bu savaşı unutmaması için BM aldığı bir kararla bu yıkımın unutulmaması amacıyla dünyanın dört bir yanında 1 Eylül’ü “Dünya Barış Günü” olarak kutlanmasını istedi.

2 dünya savaşının başlangıç günü olan bu gün “ Dünya Barış Günü olarak kutlanıyor.

 Bu yıl Barış Günü kutlaması birkaç kuru demeç ve bazı kitle örgütlerinin  o günleri hatırlatan açıklamalarından öteye geçmede.

Sıradan bir gün gibi geldi geçti.

Aslında, ateş çemberine dönüşen Ortadoğu’da barış günü kutlamak ne denli inandırıcı olur.

Ortadoğu’da hangi ülkede barış hakim? Dünyanın emperyalist ülkeleri bölgede tek demokrasi ile yaşayan ülke olan Türkiye’yi bu kaosun içine sokmak için çaba harcıyor. Böyle bir ortamda barış gününü kutlayıp kimi inandırabiliriz.

O ancak özlemden ibaret olur.

Her türlü  olumsuzluğa rağmen barış özlemimizi her  beklentinin  üzerinde tutmalıyız. Barış olmayan yerde huzur olmuyor, halkımızın Dünya Barış Günü kutlu olsun.

UNUTULMAZ SÖZ VE DİZELER      

Dünyamızda bilim insanlarının, şairlerin devlet adamlarının öyle sözleri ve dizeleri vardır ki, aradan uzun yıllar geçse de önemini yitirmez. O günkü gibi varlığını korur.

Mustafa Kemal Atatürk’ün,’Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’ sözleri bunlardan biridir.

Ünlü şairlerimizden Can Yücel’in ‘Farkında olmalı insan’ dizeleri de böyle unutulmaz mısralar arasındadır. Aradan yıllar geçse de güncelliğini korur.

Şair insan yaşamını bakınız nasıl tanımlıyor:

FARKINDA OLMALI İNSAN

Kendisinin, olayların gidişatının farkında olmalı

Farkı fark etmeli fark ettiğini de fark etmemeli bazen.

Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını fark etmeli.

Ana karnına sığarken neden dünyaya sığmadığını en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kaldığını fark etmeli.

Şu çok geniş görünen dünyanın ahrete nispetle anne karnı gibi olduğunu fark etmeli.

Henüz bebekken ‘dünya benim’ dercesine avuçlarını sımsıkı kapalı olduğunu, ölürken de aynı avuçların ‘her şeyi bırakıp gidiyorum işte’ dercesine apaçık kaldığını fark etmeli.

Kefenin celbinin bulunmadığını fark etmeli.

Azrail’in her an sürpriz yapabileceğini, nasıl yaşarsa öyle öleceğini fark etmeli insan.

Yaratılmışların en güzeli olduğunu fark etmeli ve ona göre yaşamalı.

Gülün hemen dibinde dikeni, dikenin hemen yanı başındaki gülü fark etmeli.

Evinde kedi köpek beslediği halde, çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını fark etmeli.

Eşine ‘seni çok seviyorum’ demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü fark etmeli.

Dolabında asılı yirmi beş gömleğinin sadece üçünü giydiğini ama arka sokaktaki komşunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu fark etmeli.

Zenginliği ve bereketin sofradayken önüne biriken ekmek kırıntılarının yemekte gizlendiğini fark etmeli.

Annesinden doğarken tertemiz teslim aldığı gırtlağını,  altmış, yetmiş yıl sonra sigara yüzünden Azrail’e heba, soba borusu gibi teslim etmenin emanete hıyanet sayıldığını fark etmeli.

Altmış üç yıllık ömründe hiç karnı doymayan bir peygamberin ümmeti olarak, beslenme yüzünden sarkarken göbeğini fark etmeli.

İnsan fark etmeli ki, ömür dediğin üç gündür, dün geldi geçti, yarın meçhuldür.

O halde ömür dediğin bir gündür. O gün de bugündür’

CAN YÜCEL

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?

ESKRİMİ TÜRKİYE’YE O ÖĞRETTİ

Türkiye’de ilk eskrim öğretmeni Hüsnü Bey’di. 1901 yılında Fuat Balkan, Ömer Lütfi ve Refik Bey’leri çalıştırarak ilk Türk eskrimcilerini yetiştirdi.

Bu üç eskrimci 2. Abdülhamit’in önünde İtalyanlarla yaptıkları karşılaşmaları kazanınca, padişah buyruğuyla eskrim askeri okullarda zorunlu ders olarak öğretilmeye başlandı. 1906 yılında Edirne Harp Okulu’nun öğretmenliğine Fuat Balkan atandı. 

HAHAM OLAMAM YA

Bekri Mustafa, bir Yeniçeri,  bir Cebeci içki içmekten Bostancı başının huzuruna getirilir.

Bostancıbaşı sorar: “Sen kimsin?”

 “Yeniçeriyim.”

 “Ağa, ben de yeniçeri ağasıyım vurun 50 sopa.”

“İkincisi cebeciyim deyince ağa da ben de cebeci başıyım vurun 50 sopa”

Sıra Bekri’ye gelince Bekri: “Haham’ın odacısıyım” der.

Bekri’nin bu sözleri üzerine Bostancıbaşı yutkunur…

“Ben de Haham olamayacağıma göre salıverin keratayı” der.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.