Bir önceki yazımda ucundan-kıyısından Vize’yi, yani doğup büyüdüğüm ilçemi. Yazımın sonlarına doğru Belediye’ye uğradığımı Başkanla Tanıştığımı anlatmıştım
Kaldığım yerden sürdürmek istiyorum. Çünkü Vize, tarihi, coğrafyası, fizik ve kimyasıyla bitimsiz özellikler taşır. Her şey bitse bile, Vize bitmez… dersek abartmış olmayız sanıyorum.
Evet; gelelim sadete!..
Başkana bir Vizeli olarak tanıttım kendimi. Önceki yazım böyle bitiyordu. Bakalım sonra neler olmuş:
Tanışma faslından sonra, imzalı olarak son şiir kitabımı armağan ettim. Beni, yaşıma uygun bir biçimde ağırladı. Kitabımı inceledi. Benim , Vize ile ilgili projelerimi dinledi. Bir Vize kitabı yazmak işin çalıştığımı anlattım. İlgi ile dinledi. Telefonumu bir yere not etti ve ayrıldık. Sağ olsun beni yine kapıya değin geçirdi.
Pazartesi olmasına rağmen kütüphane açık değildi. Sordum, soruşturdum. Pazartesi kapalı olur dediler.
Kendimi bildim bileli pazartesi günleri ilçenin pazarıdır. Yeri değişmiş ve çok büyük neredeyse uçsuz bucaksız bir pazar.
Önceki yıllarda saat 13’00 te Pazar biter ve dağılırdı. Köylerden gelenler hemen daha doğrusu karanlık basmadan köylerine dönerdi. Oysa bu gidişimde gözledim. Pazar akşama doğru dağılmağa başladı.
Kaymakamlığa da uğramayı düşünmüştüm. Hadi yarın da oraya uğrarım dedim.
Ertesi günü de 1 Mayıs İşçi Bayramı imiş ve bir gün resmi tatil.
1 Mayıs kutlamalarında yıllardır sorunlar yaşandı. Birinde bir çok insanımız yaşamını yitirdi. Olmaması gereken resimler ve pankartlar taşındı, daha önceleri. İşçi Bayramı hep saptırıldı. Oysa emeğe saygı bir insanlık onurudur. Bizim çocukluğumuzda bu bayramın adı:
“Bahar Bayramı”idi. Ve mutlaka kırlara çıkılır, baharın tadına bakılırdı.. Bunlara anımsamak bile acı veriyor bana.
Dönelim bizim Vize’ye…
Bizim ortaokul binası olmuş öğretmenler lokali. Bölünmüş. Bir kurum daha var. O yıllarda ortaokuldan başka okul yoktu. Şimdi lise düzeyinde bütün okullar var. Bir fakülte de vardı. Ancak eski halkevi binasında konuşlanan o binada ses seda yoktu. Bakımsızdı da. Dışardan görünümü böyleydi.Bahçesindeki ağaçlar öyle büyümüş ki gövdelerini ancak iki-üç insan sarabilir. Oradayken bir şiir de yazmıştım. Bakalım:
BAHARIN ELİ
Baharın eli değince dallara
Aşk baharının gönlü durur mu
Sevenlerin yüreğine
Kim kazdı bu uçurumu
Çiçeklerin dili olsa da anlatsa
Hangi kervanın gülleri bunlar
İlk Asya Orta Asya Son Asya
Neden Ağlıyor ırmaklar
Bebeğini düşürmüş bir anne
Beton ormanlarında yaşayanlar
Kimler geldi, kimler geçti
Kimin bu yollar
Barışa uygarlığa kilitlenen kapılar
Dorukların uçlarında
Kaçışıyor ceylanlar
NOT: Sanırım sürecek…
