Torun sevgisinin çekim gücü, İzmir’e ışınladı bizi bu kez de. İzmir uzak olduğu kadar da sevimli bir yol.Havsa’dan Keşan’a uzanan yoldaki yol genişletme çalışmaları tüm hızıyla sürmekte.

Sevindirici doğrusu.

Keşan’a kadar Edirne sayılır.Sonra Koru Dağları başlar.Çam ormanlarıyla bezeli bu dağlar bana öğrenciyken Çanakkale’ye gidiş yıllarını anımsatır.
Acemiyken Vize’den Çorlu’ya giderdik önceleri. Oradan İstanbul’dan Çanakkale’ye geçen otobüslere yer bulursak binerdik. Arabaların geçerken durakladığı bir yerde bir aracı bizi yönlendirirken önce paraları toplardı. Geçen otobüs sürücülerine,

“Bunlar öğrenci, sınava yetişecekler...”Gibi şeyler söyler bizi göndermeye çalışırdı. Çok zaman da ayakta giderdik.Bu arada bizden topladığı paraların bir bölümü cebe inerdi.

Acemilik azalınca bu yolu bıraktık.Çünkü çok uzun süre beklediğimiz de olurdu. Sonra sonra İstanbul’a gidip oradan giderdik.

Çanakkale’ye yolculuğumuz on-on iki saat sürerdi. Boğazı geçmek de hele hava rüzgarlıysa, bir başka dertti. Feribotlarla değil, motorlarla karşıya geçtiğimizi hala anımsarım.

Koru Dağları’ndan nasıl ve neden geçerdik anımsayamadım ama o daracık ve çok virajlı yollar tutardı bizi.Kusanlar bile olurdu. Otobüslerde günümüze göre külüstürdü. Lastik sıkıntısının da olduğu yıllarda lastik patlarsa( ki sık sık patlardı) birkaç saat beklemek zorunda kalırdınız.Oyıllarda bagajlar arabanın üstüne istif edilir , sıkı sıkı bağlanırdı. Düşünün 60 km, olan Vize-Kırklareli arası bile 2,5 saat sürerdi.

Şimdilerde otoyollar ve konforlu lüks arabalar…Feribotla Lapseki’ye geçerken boğaza baka baka bunları düşünürdüm.

Çanakkale eskisi gibi değil artık, genişlemiş ve o günlere göre çok büyümüş.Düşünün; o zamanki stadyum kentin dışındaydı, şimdi ortasında.

Kenti geçtikten kısa bir süre sonra, yanmış ormanları görünce içim bir kez daha cız etti. O güzeli Çam Ormanları kararmış yanmış…

Ormanlarına bile sahip çıkmayan bir ülke olmak derinden ve bir kez daha üzdü beni.Keşke elimden bir şeyler gelseydi de engel olabilseydim. Her yaz bu bölgeye çünkü.Her yaz dekar dekar ormanlarımız kül olmakta. Yazık değil mi, günah değil mi?

Bunları düşünürken hastanelerde ölen bebekler geldi aklıma. Olacak şey mi?Ama oluyor işte.Ben, ormanlarına ve bebeklerine sahip çıkamayan bir ülkenin bireyi olmak istemiyorum. Tam tersine istiyorum ki alnıma çık yüreğim ferah olsun.Acılar içinde
yanmak bu ülkenin insanına yakışır mı?

Şehitlerimizin acısı yürekleri dağlarken birde bu acılar. Yer altı, yerüstü zenginliklerimizin bile değerini bilmiyor aç gözlülerin altın aramalarına göz yumabiliyoruz. Bu kadarı da olmaz, olamaz. Bu ülke bizim. Öyle bizimki, tümümüzün, şunun bunun değil.

Bu bilince ne zaman varacağız. Doğrusu merak ediyorum. Tam Bağımsızlık çiçeği ne zaman katmer katmer açacak?Onurumuz tam anlamıyla nasıl korunacak? Ne zaman açımız, işsizimiz, dilencimiz olmayacak.Aklın ve bilimin yolundaki ayrık otları ne zaman temizlenecek?Yıl üzerindeki molozlar ne zaman yok olacak?
Bir çam ağacı kaç yılda işe yarar hale geliyor, bilen varsa bilmeyenlere
anlatmalı. Yanan dekarlarca çam ormanını keşke hiç görmeseydim.Rüyalarımda hala onlarla birlikte yanıyorum ben de.

9-10 saat süren o güzel yol, bizi İzmir’e bıraktığında akşam olmuş mehtap aydınlatmaya başlamıştı bile.

Güzel İzmir bizi karşılamadı ama yine sevinçli ve mutluyduk.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.