10 Yıl önce 6 Mayıs 2009 günü yazdığım bir yazımın bugün dahi geçerliliğini görüyorum. Arada on yıl geçmiş yine de değişen bir şey yok .
BİRAZ CESUR OLUN adında 10 yıl öncesi yazım aynen şöyle:
“Ülkenin gidişatından yakınan geçim zorluğu çeken durumundan yakınan insanlar bir araya geldiklerinde arkadaş sohbetlerinde yaşadıkları zorluklar için sadece ağlayıp sızlıyorlar.
Kendi yarattıkları uyduruk gerekçelere sığınarak, bundan teselli buluyorlar, Bu arada kendilerinin dışında suçlu arayıp kendilerinin de olanlardan sorumlu olduğunu dikkate almazlar
Aslında öyle mi olmalı; günümüzdeki toplumsal olayları şöyle tüm boyutlarıyla detayları ile inceleyelim.
Bu olanların arkasında kimler var, neden yapılıyor, bunların amaçları ne ? Bunu detaylı değerlendirilmesi gerekir. İnsanların takım tutar gibi siyasi partilere bağlılığı gibi olaylara yaklaşımları da aynı doğrultuda. Kimse kendi doğrusundan başka doğru tanımıyor?
Olanlar karşısında bizim de ülkenin ortak sorunlarında hakkımız, sorumluluğumuz ve bunun için sözlerimizin olduğunu unutmayalım.
Halkın yararını dikkat almadan kendi çıkarını düşünen yöneticilere , halkın sırtından geçinenlere “ Hele sen bir dur bu ülke senin çiftliğin değil” demeliyiz. benim görüşümü de almak zorundasın?” dendiğinde bu tür tavır koyanların sayılarının artmasıyla bazı şeylerin değiştiğini, meydanlarda atıp tutanların , ahkam kesenlerin, halkı kandırmayı meslek edinenlerin sesleri kesilecektir.
Halkı yolunacak kaz yerine koyanların rahatları kaçacaktır
Bugüne kadar her dönemde boş vaatlerle tuş olan, emeğinin hakkını alamayan emekçi kesimleri,dar gelirliler ve hayat pahalılığından etkilenenler bunu yapmak zorundadır
Bu yapılmadığı her söylenene” olur , kabul efendim ” denildiği sürece de hiç kimsenin durumundan yakınmaya hakkı yoktur.
Dar gelirliler siyasilerin oy deposu olduğu sürece bu devran devam eder”..
Bu yazıyı kaleme alalı aradan bu kadar zaman geçmiş bugün aynı konuda yazı yazılması gerekse bunların dışında neler yazabiliriz? Hatta günümüzde bunlardan daha fazlasını yazmak mümkün.
Nereden nereye geldik.
Acaba on yıl sonra neleri yazmak zorunda kalacağız.
KİTAP FUARI İLE BELEDİYE İYİ BİR SINAV VERDİ.
11 Ekimde başlayıp 20 ekim Pazar günü sona eren Edirne Belediyesi tarafından organize edilen 7. Kitap Fuarı Ulasal dediğimiz basın nezdinde sıradan bir haber kadar dikkati çekmemiş olsa da çok başarılı oldu.
Fuarın her günü ziyaretçi akınına uğradı.
Özellikle öğrencilerin öğretmenleri denetiminde fuara gelip öğrencilerin kitap almasının sağlanması, onlara kitap zevkini aşılamaları gelecek nesiller için bir ışık demektir.
O yaşlarda başlayan kitap sevgisi yaşamları süresince devam etmesini umuyorum.
Bir arkadaşın dediği gibi, kitap basım evleri, tırlar dolusu kitapla Edirne’deki Kitap Fuarına katılma gereğini duyuyorsa bu onların Edirne’deki kitap Fuarına verdikleri önemi gösterir.
Edirne’de bu zor ekonomik koşullarda satılan kitapların büyük kentlerden daha fazla olması insanların okumaya yaklaşımı ,kentimizin kültürel düzeyini ve kitaba verdiği önemi gösterir.
Böyle kritik dönemlerde okumayı ihmal etmeyen, sosyal medyanın ve TV kanallarının okumayı ve dikkate almamasına Kitap Fuarına yer vermemesine karşın, Edirne halkı ve gençlerimiz bu çemberi kırmış kitap okumanın yerini hiçbir şeyin dolduramayacağını kanıtlamıştır. Bu fuarı gerçekleştiren insanlarımızı kitapla buluşturan Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan’ı kutlamak gerekir.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
KAKAVA ÇAĞRISI
Osmanlı döneminde Kakava daveti “ Mut Baronlara” diye başlıyor ve şöyle devam ediyor “ Ey milleti muazzamaydı. Kıptiyan kakavanın yevmi sabahı gün doğmadan beş dakika üç saniye ile Meriç ve Tunca nehirlerinde yıkanmak bayram namazı yerine geçer…… zatı devletinizi bekleriz
” diye son bulur.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Kakava şenliklerinin daha etkili olması için konsolosluk katiplerinden Şadi Bey, Atatürk”e bir Kakava davetiyesi gönderir. Atatürk davetiyesi okuduktan sonra canı sıkılır” Bu ne kepazelik” der. Konunun kendisine anlatılmasından sonra ise gülümser.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
YERLİ MALI TARİHE Mİ KAVUŞUYOR
Daha öncesi yıllarda okullarımızda Yerli Malı Haftası kutlanırdı. Bu hafta süresinde yerli ürünlerimiz tanıtılır, ülkemizde yetişen ürünlerin önemi anlatılırda. Okullarda yerli malının önemini belirten şiirler okunurdu.”yerli malı yurdun malı herkes onu kullanmalı” mealinde dizelerden oluşan şiirler okul müfredatında yer alırdı.
Son yıllarda yaygınlaşan hibrit tohum tutkusu, daha çok kazanma hırsı yerli malımızı öksüz hale getirdi.
Merak ediyorum. Yerli denilen ürünlerimizden bugün elimizde kaçı kaldı.
Yediğimiz ekmekten içtiğimiz süte,mutfağımızdaki yiyeceklere kadar yabancı menşeli ürünlerin olması bizim gibi tarım ülkesine, süre öncesine kadar dünyada tarımda kendi kendine yeterli 7 ülkeden biri olan bize yakışıyor mu?
Zararın neresinden dönülürse kardır denilir. Son yıllarda bu yozlaşmanın farkına varan bazı kurumlar,yerli ürüne yönelmek için çaba harcıyor.
Dileğim odur ki bu çabaya Tarımsal Araştırma Enstitüsü de öncülük edip yerli ürünlerin artmasının yolu açılır. Yediğimiz içtiğimiz her ürünün başka ülkelerden gelmesi bizim gibi tarım ülkesine yakışmıyor.
Dilerim, tarımın dışa bağımlı hale getirilmesine destek verenlerin aklı başına gelir de tekrar yerli tohum, yerli ırk hayvan yetiştirmek için çaba harcarız.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
YARIM YÜZ YIL SÜRER
Ünlü Vatan Şairi Namık Kemal konuşmalarında, Osmanlı Devletinin sürekli gerileyen, zayıflayan durumunu anlatmak için sık sık” İmparatorluk can çekişiyor” dermiş.Namık Kemal’in bu sözleri üzerine bazıları kendisine sataşırmış.” Yıllardır İmparatorluk çan çekişiyor diye yazıp duruyorsun .Fakat İmparatorluk hala ayakta duruyor, yıkılacak gibi görülmüyor..” derlermiş.
Namık Kemal:
“Benim dediğim bakkal Mehmet ağanın can çekişmesi değil, koskoca imparatorluğun can çekişmesidir. 600 yıllık imparatorluğun can çekişmesi elbette yarım yüz yıl sürer”
ÜÇTE ÜÇÜ BULAMAYIZ
Denilir ki Tanrı insana üç özelliği vermiş.
Dürüstlük Akıl. İrade
Fakat zaman zaman gördüğümüzde bir ikisinin dışında hiç kimseye iki özellikten fazlasını vermemiş.
Eğer dürüst ve akıllı iseniz siyasetçi olamazsınız.
Eğer dürüst ve siyasetçiyseniz akıllı değilsiniz.
Eğer akıllı siyasetçiyseniz dürüst değilsiniz. Gelin bu denklemi çözün bakalım.
Tam bir bilmece değil mi?
Günün birinde bu üç özelliğe sahip istisnai bir insan bulup onu politikaya soyundurarak ülkeyi kurtarmak umudu içindeyiz.
Yoksa mevcutlarla işler zor yürüyecek gibi görülüyor.