Yaşı ilerlemiş olanlarla konuştuğunuzda eski yıllarda olduğu gibi eş dostlar arasında yapılan muhabbetin özlemini çektiğini o günlere hasret olduğunu görürsünüz.
Gerçekten toplum arasında dertleşip, ortak sorunların tartışıldığı hoş sohbetlerin fıkraların anlatıldığı toplantıların gittikçe azaldığına tanık oluyoruz.
Özellikle ülkemizde apartman yaşantısının yoğunlaştığı son yıllarda insanlar kendi apartmanında yaşayan komşusunu dahi tanımaz hale geldi.
Apartman komşularının birbirini ziyaret ettiği dertlerine ortak olduğu apartmanlarımız yok denecek kadar az.
Ayni binayı paylaşmalarına rağmen birbirine gidip gelmeyen gördüğünde selam vermeyen sorunları paylaşmayanların olduğuna tanık oluyoruz.. Bayramlarda komşularla bayramlaşma gereği duyulmuyor.
Böyle sevgiden ve ortak yaşam ortamından yoksun bir yaşantı toplumda huzuru güveni azaltıyor.
Kahvelerde dostça başlayan muhabbetlerin daha sonra kavgaya dönüştüğünü yok yere kalplerin kırıldığına tanık oluyoruz.
Farklı futbol takımlarını tutanlar birbiriyle kıyasıya tartışıyor bazen de bu tartışma kavgaya dönüşüyor.
Sokaklara bakınız insanlar sinir küpü toplumda gülen, neşeli insanların sayısı gittikçe azalıyor.
Toplumumuz morale huzura muhtaç . Onun için Kemal Sunal, filmlerini defalarca seyretmesine karşın yine de o filmlerden zevk alıyor, bıkmadan izliyor.
Toplumdaki bu huzursuzluğa siyasilerin yanında televizyonlarda gösterilen mafya özentili filmlerin ve aileler arasındaki sorunların tartışıldığı danışıklı dövüşlü programların da toplumdaki huzursuzluğa çanak tuttuğu kuşkusuz.
Toplumun huzuru geleceğe güvenle bakması, yaşamdan endişe duymaması her şeyden önemli.
Şöyle bir toplum arasında dolaştığınızda gülen ve mutluluk saçan yüzlerin azaldığını görürsünüz.
Anlatılan fıkralar gülünmesi gereken konular da insanların neşelenmesini sağlamıyor. Onun için köşe yazılarımın sonunda bir fıkra yazıyorum.
Bunda amacım okuyucularımı biraz olsun moral bulmasını sağlamak.
Neşe saçan birbirini kucaklayan toplumumuz, yerini birbirine güven duymayan kuyusunu kazan toplum haline dönüştük.
Çok yazık.
--------------------------
ÇEKİRDEK AİLEYİ KORUMALIYIZ
Türklerde, aile, toplum olma anlayışının başlangıcını oluşturmaktadır. Eski Türk toplumunda en küçük birim her zaman ailedir. Türk sosyal hayatı, aile ve akrabalık bağları üzerine kurulmuştur.
Birbirine akrabalık bağları ile bağlı olan fertlerin toplamına aile denir. Aile, Türk toplumunun ve Türk devletinin çekirdeğini ve temelini oluşturuyordu. Kan akrabalığına dayanıyordu.ailede fertler arasında ayrı gayrı yoktu.Ailede ananın ayrı bir önemi vardı.
Türk toplumunun asırlardır en zor koşullarında dahi ayakta kalmasını toplumdaki birlik ve beraberliğinin sürmesini ağlayan, onu düşmanlarına karşı koruyan aile bağlarımız olmuştur.
Dünya’da özellikle Türklerde bu türde aile bağı çok daha güçlü olmasını, hiç Bir zaman sarsılmayan bağın oluşmasını sağlamıştır. .
Ta, ilk çağlardan bu yana süregelen bu aile dayanışması Türklerin tarihte har zaman var olmasını, güçlü devlet olarak kalmasının en önemli sebebidir.
Aile bağı bozulan toplumlar ahlaken dejenere olmuş. Ayrıca toplum arısındaki birlik ve dirlik sağlamada zorluklarla karşılaşmıştır.
Ne yazık ki, toplumumuzda bazı Avrupa yaşam özentisi arzulayanlar, toplumumuzdaki güçlü aile bağını çağ dışı bir gelenek olarak kabul etmişlerdir.
Bu yaklaşımlarıyla aile bağlarının zedelenmesini aile bireylerinin birlik beraberliğinin dayanışmasının devamını önemsememişlerdir.
Bakıyoruz, günümüzde bazı ailelerde anne babalar çocukları ile aynı sofraya oturmuyor. Aynı yemekleri yemiyor,
-----------------------------------------------------------------------
AİLE BAĞLARI YOK OLUYOR
Aile bireyleri arasında her şeyleri farklı. Aile bağı diye bir şey kabul görmüyor, herkes ayrı telden çalıyor.
Anne baba evlatları arasında saygı sevgi ortadan kalkmış.
Evlatları uydurdukları yalanlarıyla anne babasını aldatmaktan onları alay konusu yapmaktan horlamaktan çekinmiyor.
Haklı durumlarda büyüklerin uyarıları dikkate almıyor. Toplumdaki bu çarpıklığa bazı aileler de çocuklara hak verip yozlaşmaya adeta çanak tutuyor,
Böylece Türk halkına has güçlü aile bağları her geçen gün zedeleniyor.
Gelenek ve görenekler bir anlamda o toplumun birliğini sağlayan öğelerdir. Onları gelip geçici moda şeklinde görmemeliyiz.
Asırların süzgecinden geçen ananelerimiz vücudumuzdaki kan damarları gibidir.
---------------------------------------------------------------
SÖYLEYECEK BİR ŞEYİNİZ YOK MU ?
Ülkemizin dört bir yanında olduğu gibi bölgemizde de meslek kuruluşlarını temsilen derneklerimiz odalarımız sendikalarımız var.
İşçi temsilcilerimiz, oda, meslek kuruluş temsilcilerimiz üyesi olanların haklarını korumakla mükelleftir. O koltukta oturmalarının ana sebebi budur.
Gel gör ki bu kuruluş temsilcilerinin son yıllarda adı var kendi yok. Sormak gerekmez mi?
Sizlerin topluma söyleyecek yöneticileri uyaracak hiç bir sözünüz yok mudur?
Koltuklarınızdan ve sıcak odalarınızdan kalkıp tavırlarınızı ortaya koyamaz mısınız?
Son günlerde bazı kuruluşlar yasalara karşı uygulamalar karşısında tavırlarını ortaya koyuyor, cesurca davranıyor.Sizlerin de bu meslek kuruluş ve işçi temsilcileri olarak bu konularda fikirleriniz yok mu?.
Aynı durumla sizler de karşılaşsanız bir beklentiniz olmayacak mı?
Sendikalarımızı ilgilendiren konularda bıkıyoruz anlı şanlı sendika temsilcilerimiz köşelerine çekilmişler gelişmeleri izliyor.
Hakları almayı yerine işverenlerin verdikleriyle yetiniyorlar. Sosyal haklar ve alınan ücretler hayat pahalılığı sonucu eriyor.
Kıdem tazminatı için laftan öteye girişimleri olmuyor. Taşeron işçilerin sorunu ne olacağı belirsiz. İşten atılmalar çığ gibi büyümüş.
25 yıl pirim ödeyip emekli olanlar bin lira aylık alıyor, bu haksızlık değil midir?
Sendikaların bu yönde söyleyecek bir sözünüz olamaz mı?
Sendikacılık veya odaların yönetimine girmek belli günlerde alışılagelmiş sözlerle mesajlar vermek toplumsal konularda sessiz kalmak değildir.
Yasa dışına çıkmamak koşuluyla herkes hakkını ayabilir. Ülkede mevcut kısıtlamaların arkasına sığınarak bu görevinizi layıkıyla yapamazsınız.
Eğer beni sokmayan yılan bin yıl yaşasın mantığı ile düşünüyorsunuz. O yılan bir gün sizi de sokabilir. Geçmiş yıllarda bunun çok örneklerini görebiliriz.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
BAŞLAMA VE BİTİŞ
Bir ayakkabıcının oğlu olmasına karşın general rütbesine ulaşır.
Bir gün toplantıda bir başka generalin kendi babasını eleştirdiğini görünce anında cevap verir.
“ Evet doğru söylüyorsunuz ben ayakkabıcının oğluyum. Bizim ailede soyluluk bende başlar, sizin ailede ise soyluluk sende biter”
--------------------
ÖZLÜ SÖZ
Hiç kimse başkasını taklit ederek büyük adam olamamıştır,
S.JOHNSON
-----------------------------
BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?
AVRUPA GEZİSİNE ÇIKAN İLK PADİŞAH ABDÜLAZİZ HAN’DI
Tarihimizde Avrupa gezisine çıkan ilk Padişah Abdülaziz Han oldu. 21 Haziran 1867 günü Fransız İmparatoru 3 Napolyon’un çağırısı üzerine deniz yoluyla Avrupa’ya gitti.
Fransa’nın Tulon kıyı kentine çıkarak Paris’e geldi. Burada uzun süre kaldı. Uluslararası Paris sergisini gezdi. İki ülkeyi ilgilendiren konularda görüşmeler yaptı.
İngiltere Kraliçesi Viktorya’nın konuğu olarak Londra’ya da gitti.
Viyana, Budapeşte ve Rusçuk’a uğradı. 7 ağustos 1867’de ülkesine döndü. Abdülaziz'in Türk hükümdarı kişiliğiyle yurt dışına ilk kez çıkışı Türk dış ilişkileri açısından önemli bir olaydı.
---------------------------
FIKRA
HEPSİ O KADAR MI?
Küçük Aylin’e teyzesi on lira para verir. Küçük kız hiçbir demeden parayı cebine atar.
Bunun üzerine annesi söze karışır.
“ Aylin parayı aldıktan sonra teyzene ne demen lazım”
Aylin bu soruya cevap vermez.
Annesi bunun üzerine kızına yardım etmek ister.
“baban bana para verdiğinde ben ne diyorum.?”
Annesinin bu sözleri üzerine gözleri parlayan Aylin;
“ Hepsi bu kadar mı “ diyordun.